Son olarak TRT 2’deki “Büyüteç” programında İbrahim Gürkan Sarı’nın konuğu oldu; başka meşguliyetim olduğu için ben izleyemedim.
Bu kadar ‘ilginç’ biri ister istemez “haber heyecanı”nı
tahrik ediyor, “medya ilgisi”nin odağı oluyor! Zaten adam bu sayede ‘star’ olup çıktı.
Tabii medya, karşıt olayları da aynı heyecanla haber yapıyor ve o sayede adamın ‘ne’ olduğu ortaya çıkıyor.
TRT 2’nin programı da “habercilik heyecanı”nın ürünü olmalı. Mesleğimizin duayenlerinden Güneri Cıvaoğlu programı izlemiş; Sarı’nın
Güney’e “Kanıt göstermiyorsunuz, size nasıl güvenelim?” gibi sorular sorduğunu, ama bununla yetinmeyip tanınmış kişiler hakkında Güney deli saçması laflar ettiğinde Sarı’nın müdahale etmesi gerektiğini yazdı. Katılıyorum.
Kuşkulu bir tip
Tuncay Güney yıllardır gündemde ama ben ve ‘ciddi’ bulduğum hiçbir yazar onun laflarını ‘veri’ kabul edip yorum konusu yapmadık.
Ben onu hep ‘tuhaf’ biri olarak gördüm, hatta çok defa sözlerini okumak, dinlemek için zamanımı ayırmadım.
Görüyordum ki, önce
dindar Müslüman, sonra
Atlantik’in öbür tarafında haham olduğunu söyleyerek çıkan biri... Dolandırıcılık yapmış, resmi görevli pozlarına girmiş, tuhaf,
akıl almaz, karmaşık ilişkileri var, girip çıkmadığı yer kalmamış. Öyle çok ve karışık şeyler söylüyor ki, zihnen izlemek bile çok zor.
Sansasyonu, şöhreti, ilgi çekmeyi delice seviyor.
Hukukçu olduğum için
soruşturma aşamasındaki işlemlerde ayrıntılara giren yazılar yazmayı uygun bulmadığımdan ve bu adamı ‘
tekin’ görmediğimden.
İyi de etmişim; dünkü
Milliyet‘te Psikolog Prof. Acar Baltaş, bu şahsın “sosyopat” olduğunu söylüyordu; “empatisiz, kendini aşırı önemli gören ve gösteren, çok yalan söyleyen ve bunlara kendisi de inanan...”
Hastalıklı egosunu kimin zedelediğini düşünürse onun hakkında akıl almaz yalanlar uydurabilir, hem de inanarak!
Örgüt vardır!
Bugün bu konuda yazıyorum çünkü
Ergenekon soruşturmasının nasıl
efsanelerle, paranoyak
komplo teorileriyle, ‘sosyopat’ mitolojilerle sarmalandığını gösteren tipik örnekle karşı karşıyayız!
Dalga dalga
gözaltılar ‘efsane’ duygusunu ve kaygısını tahrik ediyor.
Kamuoyu şaşkın, endişeli...
Bir kesim “Nasıl da dal budak salmışlar, kan gövdeyi götürecek,
darbe yapacaklarmış” diye korkuyor... Olaylara bu gözle bakıyor; adı geçen herkesi suçlu sanıyor.
Öbür kesim “Herkesi susturuyorlar,
sivil diktatörlük geliyor” diye korkuyor... Olaylara bu gözle bakıyor, bütün
Ergenekon soruşturmasının
Tuncay Güney’in sözleri gibi zırva olduğunu, zaten soruşturmanın onun lafları üzerine başladığını sanıyor.
Halbuki Ergenekon soruşturması
Ümraniye’de bulunan el bombalarının izini sürerek başlamıştır;
Sabih Kanadoğlu’nun da belirttiği gibi “Örgüt vardır”, Ergenekon denilen gizli
örgüt...
Sorun, efsanelerle gerçeklerin karışmış olmasıdır. Karşılıklı efsanelerin yarattığı kutuplaşma, bütün toplumu aşırı derecede germektedir.
Sorumluluk savcılara düşüyor: Soruşturmaları, gözaltıları hukukun “şüphe” tanımlarıyla sınırlı tutmak, efsane balonlarını patlatıp maddi bulgulara göre soruşturmayı hızlandırmak, davaları hızla açmak...