EVET yıllardır
Anayasa’yı tartışıyoruz ama taslağın aceleyle hazırlandığı açıktır. Hatta
imza aşamasındaki sakarlıklar da bu acelenin eseridir.
Taslağın maddeleri yeterince tartışılmadan Meclis’e sunuldu. Muhalefet de toptan reddiyeci davrandı, ‘düzeltici’ öneriler getirmedi... Bu yüzden maalesef ancak son aşamada, yani
komisyonda bu hataları düzeltmekten başka şansımız yok.
Şunu da hemen belirteyim: Taslağın bugünkü haliyle bile “değişmez ilkeler”e aykırı olduğu ve mahkemece iptal edileceği şeklindeki iddiaların son derece aşırı olduğunu düşünüyorum. “367” ve “411” gibi ‘taraflı’ kararlarını bildiğimiz
Anayasa Mahkemesi’nin bu defa böylesine aşırı iddiaları benimseyeceğini sanmıyorum.
Taslağın geneli benim yıllardan beri savunduğum ‘felsefe’ye de uygundur. Ama yanlış bulduğum bazı maddeler var ki, yargının tarafsızlığına güven oluşması için bunların düzeltilmesi şarttır.
Hangi taraf?
Yıllarca
CHP’de çalışmış, DSP’den
aday olmuş bazı isimler Anayasa Mahkemesi’ne üye olmuşlardır. Ama bir tane AP’li, DYP’li, ANAP’lı hukukçuya bu nasip olmamıştır!
Daha önemlisi, Anayasa Mahkemesi’nin ve Danıştay’ın bazı kritik kararlarında, ‘temel kavramlar’ın 1930’lardaki, 1940’lardaki CHP metinlerinde yazılan şekilde yorumlandığı, ona göre hükümler verildiği de bir gerçektir.
Sebep, elbette üyelerin CHP’li olması değil, tarihten gelen görüş paralelliğidir.
Halbuki bu tür kurulların “tarafsız” olması, ancak üyelerin hem seçildikleri kaynaklar bakımından hem fikren “çeşitli” olmalarıyla mümkündür.
Meclis’e sunulan önergede Anayasa Mahkemesi ve
HSYK için “geniş temsil” ve “kaynak çeşitliliği” ilkelerinin esas alınması bu bakımdan da son derece isabetlidir.
Fakat “üye
seçimi” konusunda birkaç husus var ki, bunlar ülkenin öbür kesiminde “Ak Parti taraflısı yargı” endişesi yaratıyor. Bu sadece muhalefetin siyasi itirazı değildir.
Sivil
toplum ve meslek kuruluşları da bunu dile getirmişlerdir.
Güven vermek
27 Mayıs’ın “Yüksek Adalet Divanı” adlı
infaz heyetinden beri zaman zaman yargının “taraflı” darbelerinin acılarını yaşamış olanların bugün ahlaki görevi, “bizim yargımız”ı değil, “tarafsız yargı”yı oluşturacak üye seçim sistemlerini getirmektir! Bu konuda geniş kitlelerin gözünde güven verici olmaktır.
Sadece ahlaki görev de değil... Ülkede huzurun olması, hukuka güvenin gelişmesi için de siyasi bir zorunluluktur bu.
Ama Cumhurbaşkanı’na bu kadar geniş
yetki verirseniz... Üye seçiminde Meclis’teki ve
Yargıtay’daki
oylama için farklı usuller getirirseniz... HYSK üyeliği için tabanda seçim çekişmesi yaratırsanız... Bu güven oluşmaz.
Hatta gerilim artar.
İşte taslağı bu açılardan eleştireceğim ve komisyonda düzeltilmesi için öneriler sunacağım.
Cumhurbaşkanı seçerse
Cumhurbaşkanına aşırı yetki vermenin sakıncalarını, 10. Cumhurbaşkanı Sezer’in atamalarından bir örnekle somutlaştırmak istiyorum:
Yargıtay Başsavcılığı için Yargıtay’da Haziran 2004’te yapılan seçimlerde Uğur Hakkıibrahimoğlu 173 oy,
Abdurrahman Yalçınkaya 140 oy almış ama Sayın Sezer’in tercihi Yalçınkaya olmuştur!
Haziran 2007 gibi siyaseten çok kritik bir dönemde Yargıtay’da yapılan seçimde Yalçınkaya’nın oyları 95’e düşmüş, buna karşılık
Ersan Ülker 146 oy almıştır. Buna rağmen Sezer yine Yalçınkaya’yı atamıştır!
Sezer’in siyasi doğrultusu bellidir ve bütün atamalarını o yönde yapmıştır. Hatta Sayın Sezer, CHP’li Av.
Özdemir Özok’u Anayasa Mahkemesi’ne atamış, Sayın Özok, “Ben CHP’liyim, uygun olmaz” diyerek asil bir davranışla bunu kabul etmemiştir.
Ak Partili komisyon üyelerine sorum şu: Şimdi yapılacak iş, bunun aksini yapmak mıdır? Bu mekanizmayı ortadan kaldırmak mıdır?
Yarın devam edeceğim.