Bir ekonominin gelişmesinde hangi faktörlerin rol oynadığı sürekli tartışılır.
Ekonomik gelişmeyi, ülkenin bulunduğu coğrafyadan halkın tasarruf alışkanlığına,
girişimci ruhundan siyasal
yönetim biçimine kadar pek çok faktörün etkilediği ileri sürülür. Son dönemde yapılan araştırmalar, ülkenin yönetim biçiminin,
ekonomik gelişme üzerinde önemli rol oynadığını bize gösteriyor.
Bazı iktisatçılara göre, otoriter yönetimler, iktisadi gelişmede önemli rol oynarlar. Onlara göre korku ve sıkı
disiplin ekonomik
büyümenin itici gücüdür. Son dönemde Çin bu tür büyüme modeline örnek olarak gösteriliyor. Otoriter tezlere karşı,
demokrasinin, ekonomik gelişme için itici güç olduğunu ileri süren iktisatçıların başında ise
Nobel Ödüllü Amartya Sen geliyor. Sen, “Eğer bir ülkede demokrasi yoksa, sorunlar, özgürce dile getirilemediği için onları çözmek mümkün olmaz, bu nedenle ekonomik gelişmeyi sağlamak zor olur” diyor. Sen, demokratik ülkelerde hiçbir dönemde
açlık yaşanmadığını, ama Çin gibi otoriter yönetimlerde açlık yaşandığını ve geçmişte binlerce kişinin öldüğünü ileri sürüyor. Otoritelikten uzak bir yönetim olan Hindistan’ın geçmişinde ise tek bir tane açlık vakasının olmadığını ileri sürüyor. Yine Harvard John F. Kennedy School of Government’dan
Dani Rodrik,
katılımcı siyasal rejimlerin üstün kaliteli büyüme sağladığını ileri sürüyor. Hatta Rodrik, 2007’de yazdığı, Türkçeye yeni çevrilen Tek Ekonomi Çok
Reçete kitabında çeşitli araştırma örnekleri vererek, “Seçkin olmayanların siyasete katılım derecesiyle ekonomik büyüme arasında olumlu bir ilişki olduğunu” belirtiyor. Ve ekonomik reformların genellikle otoriter rejimlerle ilişkili olduğunun da doğru olmadığını söylüyor.
Peki, bunları niye anlattık? Çünkü Türkiye’de seçkin olmayanların siyasete katılım derecesi arttıkça, fert başına gelirin, yükseldiğini görüyoruz.
Tayyip Erdoğan liderliğinde, bir seçkinler hareketi olmayan
AK Parti hükümetleri döneminde, fert başına gelir 2002 yılında 3.517 dolardan 2009 yılında 8.456 dolara çıktı. Artış oranı yüzde 240 oldu. Son 25 yıl içerinde fert başına geliri bu şekilde arttıran başka bir yönetim olmadı.
Turgut
Özal, fert başına geliri 1984-1991 döneminde 1.238 dolardan 2.666 dolara yükselterek yüzde 115 oranında arttırdı. Süleyman
Demirel ise 1992-2002 döneminde 2.766 dolardan 3.095 dolara çıkartarak ancak yüzde 12 oranında yükseltebildi.
Aklınıza şu soru gelebilir? Özal ve Demirel seçkin miydi? Evet seçkindi. Onların parasız yatılı okullardan gelmeleri sizi yanıltmasın. Devlet onlara müsteşar ve genel müdür unvanlarını verdi. Bu unvanların ardından başbakan oldular. Zaten Türkiye’de “saray” ve sarayın verdiği unvanlar dışında seçkin yoktur. Saraylılar da yurtdışına sürüldüler.
Cumhuriyet dönemine gelince... Cumhuriyet döneminde, devletin unvan vererek ya da para vererek seçkin yaptığı kişiler vardır. Oysa, AK Parti kadroları, merkezî devlet tarafından unvan verilen kişiler değiller. Seçkin sayılmıyorlar. Yerel yönetimlerden, taşra üniversitelerinden ve
küçük tüccarlıktan geliyorlar. Dolayısıyla, Dani Rodrik’e bir örnek de Türkiye’den verilebilir. Seçkin olmayanların siyasete katılım derecesiyle, ekonomik büyüme arasındaki olumlu ilişki AK Parti yönetiminde Türkiye’de görülüyor. Anlayacağınız demokratik katılım çoğaldıkça, seçkin olmayanların siyasete katılım derecesi arttıkça, fert başına gelir yükseliyor. Refah artıyor.