28
Şubat post
modern darbesi 14 yıl önce bugün yapıldı. 54. Hükümet'in dün
vefat eden Başbakanı Necmettin
Erbakan medya destekli bir
Fadime-Kalkancı darbesiyle devrildi. Sivil siyasete yapılan bu post-modern darbe, bu ülkede 2001'de cumhuriyet tarihinin en büyük
ekonomik krizine neden oldu. Çünkü darbecileri destekleyenlerin devlet hazinesini ve
bankaları soymasına göz yumuldu. Sonunda vatandaşın sırtına 100 milyar dolarlık borç yüklendi.
Peki 28 Şubat darbesi niye statükocu
İstanbul sermayesi tarafından desteklendi?
Bu kritik sorunun cevabı 28 Şubat'ın devirdiği 54. Hükümet'in programında apaçık veriliyor. Öyle ki, Erbakan-
Çiller koalisyon hükümetinin programında "
Ekonomik kalkınmada temel esas,
rant ekonomisinden
üretim ekonomisine geçiş olacaktır" deniliyordu. İşte bu ilkeyle, kamu iktisadi teşebbüslerinin (KİT'lerin) finansmanının tek bir havuzdan yapılması amaçlanıyordu.
Böylece finansman fazlası olan bir KİT, bundan böyle parasını özel bankaya yatıramayacaktı.
Aynı şekilde finansman eksiği bulunan bir KİT de özel bankadan
kredi alamayacaktı.
KİT'lerin finansmanı, bir kamu bankasında açılan ortak hesaptan yapılacaktı ve gereksiz yüksek
faiz ödemesinin önüne geçilecekti. Ama bu ilke uygulanamadı, zira statükocu İstanbul sermayesi hemen ayaklandı. Anlayacağınız, derenin kuşunu derenin taşıyla avlayan, parmağını kıpırdatmadan büyük paralar kazanan özel banka sahiplerinin keyfi kaçtı.
Gelelim 28 Şubat'ı tetikleyen diğer bir etkene...
Turgut
Özal'ın yaptığı
politika değişikliğine... Özal'ın,
Türkiye'de 1984'e kadar uygulanmış olan
ithal ikameci ekonomi politikasından, ihracat önderliğinde
büyüme modeline geçmesi, piyasalara
rekabet ortamını getirdi ve bu rekabetçi ekonomi
Anadolu sermayesini güçlendirdi.
Bu durum, devlet rantlarıyla büyümeye alışmış bazı İstanbul sermayedarlarını rahatsız etti. Çünkü eski güzel günler bitiyordu. Anadolu sermayesi, İstanbul'un büyük şirketlerinin, holdinglerinin taşrada bayisi olmaktan çıkıyor, büyüklerin pazarına kendisi üretici olarak giriyordu.
Dolayısıyla Anadolu sermayesinin pazardan kovalanması gerekiyordu. İşte bu pazardan kovalama işi, askere ve maliyecilere yaptırıldı. Anadolu sermayesinin yatırım izinleri iptal edildi. Üzerlerine
vergi denetimi amacıyla maliye müfettişleri gönderilen pek çok şirket hareketsiz hale getirilerek kapanmak zorunda bırakıldı. Böylece rant ekonomisinden bir türlü üretim ekonomisine geçilemedi.
Peki bütün bunları niye anlattık... Yasadışı
Türkiye Komünist Partisi eski genel sekreteri Nabi Yağcı cumartesi günü Taraf'taki köşesinde, "bana göre
İslami hareketler, siyasi İslam, Türkiye cumhuriyetinin kuruluşundan günümüze tarihsel ana muhalefeti oluşturuyor ve dolayısıyla değişiminde itici gücü olma potansiyeli taşıyordu" diyor. Ve 12
Eylül diktasına karşı durmak için derine inmese de yurtdışında Komünist Partisi olarak İslami çevrelerle ilişki kurduklarını belirtiyor. "Özellikle
demokrasinin önünde ciddi engellerden biri olan ve düşünce ve ifade özgürlüğünü kısıtlayan yasalara karşı (TCK 141, 141 ve 163. maddeler) demokrasi için birlikte çabalarımız olmuştu" diyerek Türkiye'de İslamcı hareketin demokratikleşmeye omuz verdiğini belirtiyor.
Gelelim bugüne... Sivil siyasete askeri müdahaleyle yapılan soygunun neden olduğu 2001 ekonomik krizinin ardından
seçmen TBMM'deki
iktidarı ve muhalefeti 2002 seçimlerinde bir gecede kovalayınca, iktidara
AK Parti geldi. AK Parti kadrolarının bir kısmı da, tıpkı
Turgut Özal gibi
Necmettin Erbakan'la anlaşamayan kadrolardan oluşuyordu. Peki bu gelişmeleri Nabi Yağcı nasıl yorumluyor? AK Parti'nin iktidar olmasıyla beliren yeni siyasi gelişmeleri Yağcı "AKP iktidardaki tarihsel muhalefet,
CHP muhalefetteki tarihsel iktidar" diyerek özetliyor. Doğru değil mi?