Dünyada kriz mi var yoksa dönüşüm mü?


Dün Hindistan'ın ikinci üç aylık büyüme rakamları açıklandı. Hindistan'da büyüme hızı beklenenin üzerinde yüzde 7.8 olarak gerçekleşti. Peki Hindistan niye hızlı büyüyor? Çünkü ülkedeki iç talep çok güçlü. Dünyanın ikinci büyük nüfusuna sahip olan Hindistan'da ücretler bu yıl ortalama yüzde 13 oranında yükseldi. Yani insanların satın alma gücü ciddi oranda arttı. Bir de Hindistan'da toplam gelirin yüzde 58'ini hızla gelişen turizm, bankacılık ve telekomünikasyon sektörlerinin oluşturdugunu da belirtmek gerekiyor. Hindistan örneğini niye verdiğimize gelince.... Zengin ülkelerin yöneticileri, sürekli risklerin yükseldiğinden söz ederek kendi devletlerinin yaşadığı mali krizi ihraç etmeye çalışıyorlar. Gelişmekte olan ülkeleri korkutarak, kendi krizleri için kaynak toplamayı amaçlıyorlar. Mesela IMF Başkanı Christine Lagarde, dünya ekonomisinde risklerin yükseldiğini ileri sürüyor. Fakat risklerin niye yükseldiğini açıklamıyor. Sebebini söylemiyor. Doğrudan alınacak önlemlere geçiyor ve bu tedbirleri, "Avrupa ekonomisi için kamu maliyesinde sürdürülebilirliğin sağlanması, bankaların sermayesinin arttırılması ve Avrupa Birliğinin yeni bir gelecek vizyonu yaratması" olarak sıralıyor. Lagard, Amerikan ekonomisi için de kamu borçlarının azaltılması ve konut kredilerinin yeniden yapılandırılmasını öneriyor. Lagard'ın, zengin ülkelerin yaşadığı devletin mali krizinin asıl nedenini analiz etmemesi dogrusu çok tuhaf. Tamam, devletler, 2008 krizinde özel sektörü kurtarmak için borçlandılar ve bu yüzden kamunun bütçe açıkları yükseldi ama bugünkü krizin asıl neden bu değil. Peki zenginlerin yaşadığı krizin gerçek nedeni ne? Zengin ülkelerin kamu maliyesi sorunlarının asıl nedenlerinden biri, tarıma verdikleri aşırı devlet yardımları ve adaletli olmayan dış ticaretleri. Zengin ülkeler, gelişmekte olan ülkelerden tarım ürünü almamak için kendi çiftçilerini yüksek gümrük duvarlarıyla koruyorlar ve yüksek tutarda devlet yardımı veriyorlar. AB bütçesinin her yıl yüzde 52'si tarım yardımlarına gidiyor. ABD ise her yıl kendi çiftçilerine 350 milyar dolar yardım veriyor. Buna karşılık fakir ülkelere ise, "siz, sanayi ürünleri ithalatında gümrükleriniz sıfırlayın" diyorlar. Böylece fakir ülkelerin tarım ürünlerine ithalat engelleri koyarak kendi üreticisini koruyan zenginler, fakir ülkelerin daha ucuza ürettiği tarım ürünlerini satın almayarak onların sürekli fakir kalmasına neden oluyorlar. Afrika'da yaşanan fakirlik ve açlık sorununun asıl nedeni de zengin devletlerin bu insafsızlığı zaten. Zengin ülkeler Afrika'nın tarım ürünlerine pazarlarını açsalar, Afrika'dan yıllık tarım ürünü ihracatı 600 milyar dolara ulaşabilecek. Böylece Afrika'da ne fakirlik ne açlık kalacak.Bunu bir türlü yapmayan zengin ülkeler, üstüne üstlük bir de fakir ülkelerdeki yerli işbirlikçi lobilerle elele verip kredi notunu düşük tutarak o ülkeyi daha da çökertiyorlar. Yüksek faizlerle borç verip ona silah satıyorlar. Ama bu soygunun sonuna artık gelindi. Japonya'nın 20 yıl önce içine düştüğü duruma, şimdi Batılı zenginler düşüyorlar çünkü. Onlar da Japonlaşıyorlar. Japonlaşma, yüksek devlet borcu ve bütçe açığı olan, sıfır faize rağmen yatırım yapılmayan ,yaşlı nüfusu olan, siyasi kilitlenme yaşayan, büyüyemeyen, zombi bankalara sahip bir ekonomiyi anlatmak için kullanılıyor. İşte şimdi bu hastalık belirtilerinin hepsi ABD ve zengin AB ülkelerinde ortaya çıkıyor. Mesela İtalya, tam 10 yıldır büyüyemiyor. Dolayısıyla riskleri artan ülkeler gelişmekte olanlar değil, zengin olanlar. Bugün gelişmekte olan ülkelerin güçlü iç talepleri ekonomilerinin hızla büyümesine neden oluyor. Hindistan, Tayvan, Güney Kore, Malezya'da büyüme hızı artıyor. Çin'in büyümesi beklentinin üzerinde, Brezilya ve Rusya'da büyüme problemi yok. O halde kimin riski çoğalıyor? Zengin ülkelerin riskleri çoğalıyor. Çünkü dünya üretiminin artık yarısından fazlasını gelişmekte olan ülkeler yapıyorlar. Dolayısıyla dünya ekonomisi dönüşüyor ve gelişmekte olan ülkelerin ağırlık kazandığı yeni bir döneme giriyor. Gelelim Türkiye ekonomisine...Türkiye ekonomisi için şu anda dünyanın en sağlam ekonomisi diyebiliriz. Çünkü kamu maliyesinde sorun yok. Borç yükü ve bütçe açığı düşük seviyede. Bankaların sermayeleri yeterli. Zombi banka yok. Nüfus yapısı genç. Ve sonuçta iç talep güçlü. Siyasette kilitlenme yok. Yeni yapılan genel seçimlerde yüzde 50 oranında oy alan halkın güvendiği bir siyasi parti ülkeyi yönetiyor. Askeri vesayet azaltılıyor. Risk olarak dile getirilen cari açık, özel sektörün kendi kendisine borçlanmasından kaynaklanıyor. Dolayısıyla vadesi geldiğinde borçlarını paşa paşa ödüyorlar. İşte bu nedenle Türkiye, zengin ülkelerin krizinden kendini ayrıştırıyor ve dönüşen dünya ekonomisinin en güçlü oyuncularından biri oluyor. Bu yüzden ekonomiyi kafeslemeye ve balyozlamaya çalışanlara kulak asmayın.
<< Önceki Haber Dünyada kriz mi var yoksa dönüşüm mü? Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER