Bize, Muhterem
Fethullah Gülen Hocaefendi'nin tanıttığı, sevdirdiği, âşık ettiği nadide şahsiyetlerden biridir
Yavuz Sultan Selim Han (aleyhi'r-rahmetü ve'l-ğufran).
Ortaboylu, toparlak ve beyaz yüzlü, çatık kaşlı, beyaz dişli, omuzları ile göğüs arası açık, sakalsız, pala bıyıklı, sert bakışlı, cesur, gayretli, çok mahir bir avcı, harp sanatında emsalsiz bir komutandı. Âlim ve edipleri severdi.
Arapça ve
Farsçaya tam manası ile vâkıftı.
Babası Sultan İkinci Bayezid
padişah olduktan sonra, askeri sevk v
e devlet idareciliğini öğrenmesi için, Şehzade Selim'i
Trabzon Sancağı'na
tayin etti. Şehzade Selim, Trabzon'da devlet işlerinin yanında ilimle uğraşır ve büyük âlim
Mevlana Abdülhalim Efendi'nin derslerini takip ederdi. Trabzon'u çok güzel idare eden Şehzade Selim'in bu arada komşu devletlerle de ilişkisi oldu.
Valiliği sırasında Trabzon halkını rahat bırakmayan Gürcüler üzerine üç sefer yaptı. En önemlisi olan Kütayis seferinde
Kars,
Erzurum,
Artvin illeri ile birçok yeri fethederek
Osmanlı topraklarına kattı (1508). Buralarda yaşayan Gürcülerin hepsi
Müslüman oldular.
İleri görüşlü bir şehzâde olan Selim Han, sert bir yaratılışa sahipti. Yapacağı işlerde karar vermeden önce çok düşünür, etrafındakilerle konuşur ve bundan sonra kat'i bir karara varırdı. İstişareden sonra varılan karardan asla dönmezdi. Bu konuda önüne çıkacak bütün engelleri ortadan kaldırmak gayesiyle elinden geleni yapardı. Kararlarını uygulayabilmek için planlı bir şekilde çalışırdı. Adam seçmesini iyi bilirdi. İstihbarata büyük ehemmiyet verirdi. Bu sayede
bölge ve dünya siyasetine vâkıf oluyor ve rakiplerinden hep önde yürüyordu. Devlet hazinesini devamlı surette dolu tutmak ister, israf, debdebe ve ihtişamdan hoşlanmazdı. Bu muhteşem insan, giyimine de çok dikkat ederdi. Makamın izzetinin gerektirdiği ölçüde giyinirdi. İnce zevki ve zarafetiyle temayüz etmişti. Kaftanı kıymetli işlemelerle süslüydü.
Kendi döneminde fitne ve fesat şebekeleri hiç peşini bırakmadılar. Celâlî isyanları, Safevî belası gibi ızdıraptan iki büklüm hale getiren dertlerle uğraştı. Çaldıran, Merc-i dâbık ve Ridaniye zaferlerini elde etti. Osmanlı topraklarını
Mekke ve Medine'yle şereflendirdi. Osmanlı Devleti'nin 9. hükümdarı olan
Yavuz Sultan Selim Han, Müslüman-Türk âleminin ilk halifesi olarak dünyada ilk defa "Hâdimü'l-Haremeyn eş-Şerifeyn" unvanıyla serfiraz oldu. Şam'ın Sâlihiyye semtinde câmi ve imâret inşa ettiren Yavuz Sultan Selim Han, oradaki İbn-i Arabî Hazretleri'nin türbesini de bulup yaptırdı.
Bir tek hülyası vardı; yeryüzünde adaleti tesis etmek ve Osmanlı Devlet-i Âliyesi'ni dünya muvazenesinde hak ettiği yere getirmek... Bu yüzden savaşı ihtiraslı denecek şekilde severdi. Onun bu karakteri, yeniçerilerin de kendisini sevmesine sebep olmuştu. Yemeye, içmeye ve
harem zevklerine düşkün değildi. Silaha karşı ayrı bir alakası vardı. Günlerini avlanmak veya
silah kullanmakla geçirmeyi arzu ederdi. Zamanının çok azını uykuya ayırdığından gecelerinin büyük bir kısmını ibadetle, evrad u ezkarla, tarih veya Farsça şiirler okumakla geçirirdi. Zamanında tersanelere de büyük ehemmiyet verdi.
Kanuni Sultan Süleyman Han zamanında kazanılan Preveze Deniz Zaferi'nin temellerini o atmıştı.
Yavuz Sultan Selim Han Hazretleri,
Edirne'ye harekete karar verdiği bir gün musahibi
Hasan Can'la saray bahçesine inmişti. Bir ara Hasan Can'a sırtına bir şeyin battığını söyleyince Hasan Can,
sultanın düğmelerini çözüp sırtında henüz baş vermiş, etrafı kızarmış ve tam olgunlaşmamış sert bir çıban gördü. Hünkâr, hemen hamama giderek orada çıbanı sıktırıp zedeletti. Ama bu, ızdırabını artırmaktan başka bir işe yaramadı. Bütün sıkıntısına rağmen
hasta olduğu halde Edirne seferine çıktı.
Sultan Selim'in hastalığı sebebiyle yollarda ağır gidiliyor ve bazı menzillerde fazla kalınıyordu. Yavuz Hazretleri,
Çorlu'da kırk gün Başhekim
Ahmed Çelebi tarafından
tedavi edildi. Yara büyüyüp açılmıştı. Ulu Hakan, hareket edemeyecek kadar takatsiz düşmüştü. İyileşmekten ümidini kesince
Manisa Valisi olan oğlu Şehzade Süleyman'a haber gönderdi. Oğlu gelmeden 2l
Eylül l520 (8 Şevval 926)
Cuma günü akşamı 51 yaşındayken Çorlu karargâhının bulunduğu Sirt köyünde ruhunun ufkuna yürüdü.
Son demlerinde yanında bulunan Hasan Can'a, yatakta yatıyor oluşunu "Hasan Can ne haldür?" diye sordu. O da "Sultanum! Cenâb-ı Hakk'a tevecüh edüp Allah'la olacak zamandur." diye
cevap verdi. Büyük Hünkâr celallenerek: "Ya bizi bunca zamandan berü kimün ile bilürdün? Cenâb-ı Hakk'a teveccühümüzde kusur mu fehm ettün?" diye çıkıştı. Bunun üzerine Hasan Can: "Hâşâ ki, bir zaman zikr-i Rahman'dan gafletinizi müşahede etmiş olam. Lâkin bu, gayr-i ezmâna benzemedüğü cihetten ihtiyaten cesâret eyledüm." diyebildi. Bunun üzerine Sultan: "Sûre-i Yâsin tilâvet eyle." diyerek kendisi de Hasan Can'la birlikte okumaya başladı. Aynı sûreyi ikinci defa okuyup "Selâmun kavlen..." diye devam eden 58. âyete gelince teslim-i ruh eyledi. Sekiz buçuk sene gibi çok kısa bir zamana sığdırılan fevkalade büyük ve önemli işlerden dolayı, Şeyhülislâm Kemal Paşazâde onun hakkında şöyle demiştir:
"Az müddetde çok iş etmiş idi.
Sâyesi olmuştu âlemgîr,
Şems-i asr idi asırda şemsin,
Zılli memdûd olur, zamanı kasîr."
(Az müddette çok işler etmişti, Bütün âlem onun gölgesi altındaydı. İkindi güneşiydi o, çünkü ikindide güneşin zamanı kısa, gölgesi uzun olur.)
Daha yazılacak çok şey var ama, yazının başlığı ikindi güneşi.. Kendi kısa, gölgesi uzun olsun...