Türk laikliği veya Türk İslamı


Tıpkı din gibi dünyevilik de her kültürün kendi yorumuyla yaşanır. Bu anlamda Türklerin İslamı anlamasında ve uygulamasında diğer toplumlara göre önemli farklar vardır. Biz buna ‘Türk İslamı’ diyoruz. ‘Türk İslamı’ aynı zamanda ‘Türk Laikliği/Dünyeviliği’dir. Sanılanın aksine Türk Laikliği Cumhuriyet ile veya Atatürk’le başlamaz. Bu topraklarda laikliği 1920’lerde başlatmak yüzyıllar boyu süren bir evrimi görmezden gelmek demektir. Cumhuriyet kurulduğunda Osmanlı ve Selçuklu’nun dünya ve din anlayışını miras almıştır. Ne kadar inkar ederse etsin, dünyevilik Cumhuriyet ile keşfedilmemiştir. Elbette Cumhuriyet laikliğin kodifiye edilmesinde, yani yasalara yazılmasında ve yeni bir yorumla hayata aktarılmasında kayda değer bir çaba içinde olmuştur. Ancak bu çaba toplumu sıfırdan yeniden yaratmaya yetmez ve toplumlar bu tür yok saymalara dayalı girişimlere zamanın acımasız gücüyle karşılık verirler. *** İster solcu olsun, isterse İslamcı, Cumhuriyet aydınının Osmanlı Laikliği’ne bakışı ne yazık ki son derece sığ ve zayıftır. Laikliği alkol içmek, açık giyinebilmek ve denize girmek gibi birkaç yetersiz sembolle ele alan Cumhuriyet aydını bu konuda bile ciddi hatalar içindedir. Sadece alkol kullanımı açısından ele aldığınızda dahi Osmanlı ile Cumhuriyet arasında ciddi bir kırılma söz konusu değildir. Örneğin Osmanlı’da da her mahallenin ve her kasabanın bir sarhoşu vardır. Meyhane ülkenin dört bir tarafındadır. İslamcılık ile ‘suçlanan’ 2. Abdülhamid döneminin Beyoğlusu ile Cumhuriyet Beyoğlusu arasında alkol ve diğer dünyevi keyifler açısından baktığınızda pek az fark vardır. Bundan dolayıdır ki Atatürk ve arkadaşlarının alkol alışkanlığı Cumhuriyet döneminde de tepkiyle karşılanmamıştır. Çünkü toplumun önemli bir kesimi de onu gibi yaşamıştır ve yaşamaktadır. *** Türkler İslam’a girdikleri daha ilk günden itibaren din yorumlarında Araplar ve Farslardan daha liberal bir duruşu benimsemişlerdir. Bunda beraberlerinde getirdikleri kendine has kültürel mirasın etkisi büyüktür. Ancak bir onun kadar çok etnisiteli ve çok dinli devletler kurmuş olmanın da etkisi olmuştur. Buna ek olarak Selçuklu’nun son döneminden itibaren İslam dünyası ile Batı arasında cephe hattında konumlanmış olmak da Türklerin dine bakışlarında belli değişikliklere yol açmıştır. Osmanlı bir yandan ‘cihat’ı devletin resmi ideolojisi haline getirmiştir, diğer taraftan topraklarına kattığı milyonlarca Hıristiyan ve Yahudi’yi kendi vatandaşları saymıştır. Bakmayın siz Hıristiyan ve Yahudi dediğimize, aslında bu cemaatler de kendi içlerinde çok sayıda farklıklar içermektedir ve Osmanlı gücünün zirvesinde bir İslam İmparatorluğu olmanın çok ötesine geçerek, kültürel zenginlik anlamında bir dünya imparatorluğu haline gelmiştir. Müslümanlar sadece şehirlerde değil, köylerde de diğer dinler ile birlikte yaşamak zorunda kalmışlardır. Böylece papazın kızıyla imamın oğlu aynı kültürel havayı solumaya başlamışlardır. Burada etkileşim karşılıklıdır. İki taraf da birbirinin kültüründe erozyonlara ve şekillendirmelere yol açmıştır. *** Türk İslamı’nın şekillenmesine etki eden bir diğer unsur ise şehirliliğidir. Diğer İslam toprakları ile kıyaslandığında Türkler, şehrin ve genel olarak modernleşmenin getirdiği sorunlarla daha erken tanışmışlar ve bu sorunlara çare üretmek zorunda kalmışlardır. Buna demokratikleşmeyi de eklemek gerekir. Böylesine çok kültürlülük ve iki arada bir deredelik Türkleri daha hoşgörülü ve daha esnek olmaya zorlamıştır. Böyle bir devleti yönetebilmek için daha kapsayıcı olmanız gerekir. Bu anlamda İstanbul’un din yorumları İran ve Arap dünyası ile karşılaştırıldığında bugün olduğu gibi dünde de çok daha liberaldir. Bu hikayeye bakıldığında Türklerin din ve dünyevilik yorumlarında pek çok üstünlük olduğu görülür. Fakat İslam açısından bakıldığında yozlaşma olarak değerlendirilebilecek yönler de yok değildir. Kısacası bu mesele sanıldığı gibi sadece ak ve kara şablonu ile açıklanamaz.
<< Önceki Haber Türk laikliği veya Türk İslamı Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:  
ÖNE ÇIKAN HABERLER