PKK’nın üye yapısının son 10 yılda çok değiştiğini, örgütün üst yönetiminde
Türkiyeli olmayanların etkisinin çok daha fazla arttığını birkaç kez yazmıştık. Örgüte
Suriye ve
İran’dan katılanların nüfuzu tahminlerin çok ötesinde. Nitekim en son
Çukurca Saldırısı da bu tespitimizi doğrulayacak verilerle dolu:
PKK 24 askerin şehit edildiği ilk günkü saldırıda kendisinin de 7 kayıp verdiğini açıkladı ve bunların isimlerini verdi. İsimlere baktığınızda 7 kişiden sadece 2’sinin Türkiye doğumlu olduğu anlaşılıyor. Buna göre öldürülen PKK’lılardan 4’ü İranlı, 1’i Suriyeli. Bu da açıkça gösteriyor ki saldırıda PKK’nın İran kolu
PJAK da tam gücüyle yer aldı.
Saldırılarda öldürülen
teröristlerden KCK Yürütme Kurulu Üyesi Rüstem
Cudi örgütteki en etkili Suriyelilerden biriydi.
Dağlıca ve daha birçok etkili saldırıda yer alan Cudi, tıpkı Suriyeli
Fehman Hüseyin (
Bahoz Erdal) gibi çok kritik zamanlarda barış sürecini sabote eder gibi
eylemlere
imza atan bir isimdi. Yine Suriyeli Nureddin Sofi de barış sürecini baltalayan PKK’lı yöneticilerin başında geliyor. PKK’nın silahlı kanadının ‘Anakarargâh Komutanı’ olarak bilinen Sofi,
Öcalan il
e devlet yetkilileri arasındaki görüşmeleri “oyalama ve kandırmaca” olarak niteleyerek
silahlı çatışma dönemini açanlardan. Sofi müzakereleri her ne kadar
Hükümet’in kandırmacası olarak nitelendirse de aslında Öcalan’ın almış olduğu bir karara meydan okumuş oldu. Sofi de böylece Öcalan’ın etkisini en kritik dönemeçte örgütte etkisiz hale getiren Suriyelilerden biri oldu. Sofi birkaç ay önce şöyle demişti:
“Bu savaşla
Kürdistan AKP’ye, Erdoğan’a
mezar olacak... Erdoğan’ın Müslümanlıkla hiçbir alakası olmadığını sadece Kürdistan halkları değil tüm
Ortadoğu halkları da yakın bir zaman içinde görecektir.”
Sözlere dikkat ederseniz Türkiye’den ziyade Hükümet ve Erdoğan karşıtlığı tartışmasız ön plana çıkıyor. Sofi müzakereden veya barıştan bahsetmiyor, Erdoğan’ı ve Hükümet’i öldürünceye kadar çatışmaların devam edeceğini söylüyor. Diğer Suriyelilerden Fehman Hüseyin de benzeri bir dili ve eylem şeklini
tercih ediyor. Hüseyin örgütün eylemsizlik kararı aldığı günlerde dahi çok kanlı ve barış sürecini baltalamaya çalışan eylemlere imza atmış bir kişi. Hüseyin BDP’nin Meclis’e dönmesini bile sert bir dille eleştirmişti.
***
Suriye bilindiği üzere uzun süre PKK’ya ev sahipliği yaptı... PKK’nın daha ilk yıllarından itibaren Suriye istihbaratı ile PKK arasında özel bir ilişki vardı. Öcalan onca yıl Şam sokaklarında
Baas’ın koruması altında yaşadı. Bu bağların 1999’dan sonra koptuğunu düşünmek saflık olur. Türkiye ile Beşar
Esad arasındaki ilişkiler çok iyiyken dahi Baas içinde Türkiye’ye şüpheyle
bakan güçlü bir
damar mevcuttu. Bu kişiler tıpkı Lübnan’da olduğu gibi Türkiye konusunda da ‘tedbirli’ olunması gerektiğini, eldeki ‘kartlar’ın bırakılmaması gerektiğini savunuyordu. Eldeki karttan kasıt elbette terör örgütüydü.
Geldiğimiz noktada Türkiye, Suriye’deki değişimi destekleyen bir numaralı
ülke olarak görülüyor. Kısacası Esad ve adamları bir düşmanlar listesi yaptıklarında listenin başına Türkiye’yi, daha da önemlisi Erdoğan Hükümeti’ni koyuyorlar. Suriye’nin bölgedeki tek müttefiki ise İran.
Tahran Suriye’ye eleştirileri kendisine ve Şam’a saldırı girişimi olarak görüyor. Tahran’a göre Türkiye ‘Batı’nın bölgedeki ajanı’. İranlılar ne derse desin, ne hissettikleri gözlerinden de, sözlerinden de çok belli. İlginç olan ise
İsrail ile Suriye’nin Türkiye’ye bakışındaki büyük benzerlik. Biliyorsunuz Mavi Marmara’dan sonra
Netanyahu da Türkiye’deki hükümeti devirmeye adeta
yemin etmişti.
Tüm bu tablo değerlendirilirken unutmamak gerekir, istihbarat birimlerinin örgütlerdeki uzantıları matruşkalar gibi iç içe geçmiştir. Suriyeli sandığınız İranlı, İranlı sandığınız başka bir ülkeli de çıkabilir. Fakat şurası kesin, PKK İran’daki güçlerini tamamen Türkiye’ye karşı kaydırdı.