Gümüş yüzük 28
Şubat döneminde dindarlığın en önemli alametlerinden biri sayıldı. Bu dönemde
gümüş yüzük takmak işinizi kaybetmeniz, fişlenmeniz veya mahkemelik olmanız için yeterli bir delildi.
Cadı avı öyle boyutlara varmıştı ki yüzük takmayanların da gizli dinci oldukları, gümüş yüzük takamadıkları için parmakları boş gezdikleri iddia edildi.
O günlerin günah keçisi gümüş yüzük şu günlerde MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin parmaklarında belirdi. Yüzük Bahçeli’nin kendi tasarımı: Üst tarafında
Türk bayrağı var, yanlarda ise
Osmanlı ve
Selçuklu’yu temsil eden motifler. Belli ki Sayın Bahçeli
referandum sürecinde MHP’ye yapılan
eleştirileri çok ciddiye almış ve önlemini almış...
‘Bakın muhafazakarım’ mesajı
Önlem şüphesiz yüzükle sınırlı değil, referandumun hemen ardından MHP
seçim startını Ani Harabeleri’nden verdi. Ani bugünkü
Kars yakınlarında antik bir
Ermeni kenti ve Ermeniler için manevi anlamı çok büyük. Selçuklu Sultanı
Alparslan, şehri fethettikten sonra Ermeni kiliselerinden birini camiye çevirmiş ve kilisenin adı
Fethiye Camii oluvermiş. Ani görkemli günlerinden çok uzak kuş uçmaz, kervan geçmez bir harabe şimdi. İşte MHP’nin seçim startını verdiği Fethiye Camii böyle bir yerde. MHP lideri ısrar edince yöneticiler izin verdi ve böylece 946 yıl sonra Ani’de ilk
Cuma namazı kılınmış oldu. Namazın her ayrıntısında medya da vardı. Bahçeli ve 2 bin partilinin namazları konusunda olumlu-olumsuz çok sayıda eleştiri yapıldı. Kimi namazı şov olarak gördü, kimi ise namazın geçerli olmayacağını iddia etti. Namazın ardından camii çıkışında seçim otobüsü üzerinden seçim startının verilmesi de bir başka eleştiri konusuydu. Bu tartışmalara girecek değiliz, fakat MHP’nin ‘muhafazakârım’ mesajını vermek için yararlandığı bir aracın da
Cuma namazı olduğu muhakkak.
Sayın Bahçeli, yüzük ve namazın dışında
Ermenistan sınır kapısına kadar vardı ve burada Ermenilere gözdağı vermeyi de unutmadı. Böylece hem muhafazakârız, hem de milliyetçi demek istedi.
Milliyetçilikten Türkçülüğe...
Peki, tüm bu sembolik açılımlar ve söylemde değişiklikler MHP’nin önümüzdeki seçimlerde daha yüksek bir oy alabilmesi için yeterli olabilir mi? Kanaatimizce hayır! Çünkü bu adımlar meselenin özünü yakalayamıyor. MHP’nin en önemli sorunu, tepkisel bir parti olmaya doğru sürüklenmesidir. MHP, kim ne derse onun tersini söyleyen bir parti görünümünde olmamalıdır. Ermeniye karşı, Kürde, Ruma ve misyonere karşı, diye devam eden bir karşıtlık özünde
politika değil, reflekstir. Oysa
siyaset inisiyatif almaktır, sadece refleks vermek değil. Eğer bir
siyasi hareket tepkisel hale gelirse onun ‘nasırı’ tespit edilir ve uygun zamanda o nasır üzerinden ona istenen rol verilir ve istese de istemese de o rol ona uygulatılır.
MHP’yi bekleyen ikinci
tehlike ise milliyetçilikten Türkçülüğe doğru sürüklenmesidir. Başka bir deyişle BDP benzeri bir parti haline gelmesi, ekonomiden çevre sorunlarına kadar her şeyi etnik farklar üzerinden görmeye başlamasıdır. MHP bu tuzağa düşmemek için tepki vermekten ziyade politika üretmek zorunda. Örneğin MHP ekonomiyi nasıl yönetecek, yeni bir anayasa taslağı var mıdır, dış politikası nedir veya terörle mücadelede bir çıkış reçetesi bulunmakta mıdır? Halkın MHP’den beklediği fark bu noktalarda düğümleniyor. Seçmen
doğal olarak politikaları geliştirecek alternatifleri arıyor, yoksa kendisini daha da kutuplaştıracak tepkisel protestoları değil.
Son olarak üslup ve kullanılan dil de çok önemli. Daha çok sesi çıkanın oy aldığı yıllar çoktan geride kaldı. Herkes gibi MHP de uzlaşmacı ve yapıcı bir dil kullanmalı...
Şimdilik MHP’nin eleştirilere sağlıklı bir
cevap verebildiğini söyleyebilmek zor. Referandumun ardından
vakit kaybetmeden seçim startını vermeleri içe dönük bir hesaplaşma dönemi istenmediğinin en açık göstergesi. Umarız MHP bu tavrın maliyetini genel seçimlerde
baraj altında kalarak ödemez. Çünkü Türk siyasetinin milliyetçi alternatiflere de çok ihtiyacı var. Fakat ne yazık ki sayıları çok az da olsa MHP’de bazı isimlerin barajla çok ilgili olmadıkları, iktidara
aday bir merkez parti yerine daha aksiyoner bir parti hayali kurdukları anlaşılıyor. Umarız aklıselim kazanır.
Türban diyemezsiniz çünkü...
CHP Genel Başkanı Sayın
Kemal Kılıçdaroğlu Hürriyet’e verdiği demecinde “
türban diyorum çünkü...” diye başlayıp başörtüsüne neden türban dediğini gerekçelendirmeye çalışmış... Kendince birçok örnek de vermiş. Bunları tartışacak değiliz, fakat Kılıçdaroğlu da diğer siyasetçiler gibi aynı hataya düşmüş, ötekinin tercihine isim verme yarışına girmiş. Eğer başörtüsü Kılıçdaroğlu’nun kıyafeti olsaydı canının istediği her kelimeyi kullanabilirdi. Fakat sözkonusu olan ‘öteki’nin tercihi ise demokratlık onun tercihine saygı duymaktır. Kullanmadığınız bir kıyafete isim takıp bunda ısrar etmek Kürde “hayır sen
Kürt değilsin, Türksün” ısrarına benziyor. Artık bu kısır tartışmalardan çıksak da birbirimizi olduğumuz gibi kabul etsek, nasıl olur?