Arap
Baharı’ olarak adlandırdığımız
Ortadoğu isyanları henüz 1 yılını doldurmadı, fakat değişimin ‘bahar’ kelimesi ile açıklanamayacak kadar sert geçeceğini kısa sürede anladık. Son 6 ayda
Mısır,
Libya,
Tunus ve Suriye’den kaçan paranın miktarı 60 milyar dolara yaklaşıyor. Mısır yeni iç çatışmalara gebe, Suriye’de kanlı günler daha başlamadı bile... Bir diğer önemli nokta ise değişim fırtınalarının kısa sürede sona ermeyeceğinin, belki de yıllarca süreceğinin anlaşılması. Dahası değişim kasırgasının altında sadece Arap diktatörlerin kalmayacağı da aşikar.
***
Aslına bakarsanız
Arap Baharı’nın hemen her aşamasında Batı vardı. Bu değişimi isteyen de Batı’ydı, özellikle de
Amerika’ydı. Tunus’tan Mısır’a, Yemen’den Kuveyt’e kadar Amerikalılar son 20 yıldır Arapları liberalleştirmeye, sistemlerini dünya sistemi ile entegre etmeye çalışıyorlardı. ABD bu maksatla Mısır Ordusu’na ılımlı-Batıcı adamlar yerleştirdi, Tunus’ta ‘demokrasiye geçiş’ programları yürüttü vs. Olaylar başladıktan sonra da Arap Baharı’nda Batı desteği her zaman var oldu. Kaddafi’ye karşı hareket örneğin,
Amerikan donanması ve
İngiliz-
Fransız jetleri olmadan kazanılabilir miydi? Direnişçileri Batı istihbarat birimleri eğitmedi mi? Batı’nın desteği olmasa
Hüsnü Mübarek düşer miydi, Kaddafi’yi direnişçiler tek başlarına alaşağı edebilir miydi? Şu sıralar
Suriyeli muhalifler Batı’nın kolu kanadı altında güçlenmiyor mu?
Tüm bunlara ek olarak Arap Baharı, George W.
Bush’un sopayla yapamadığını kendiliğinden yapıverdi: Ortadoğu’yu olağanüstü bir hızda değiştiriverdi. Eğer Bush ve arkadaşları Libya’yı veya Mısır’ı değiştirmeye kalksalardı trilyonlarca dolar harcamaları ve binlerce Amerikan askerini feda etmeleri gerekirdi. Oysa neredeyse bir tek Amerikalının dahi burnu kanamadan ABD’nin yıllardır istediği değişimler bir çırpıda yaşanıveriyor. Üstelik değişimin liderliğini korkulduğu gibi İslamcı radikaller değil, Batılılar gibi yaşamak isteyen ılımlı Müslümanlar çekiyor.
***
Yine de Arap Baharı Batı’yı da korkutuyor. Planlamasından uygulamasına, her aşamasında kendisi olmasına ve hala da değişim sürecini
desteklemesine rağmen Batı bir şeylerin yolunda gitmediğinin farkında. İşler sokağa, kitlelere inince evdeki
hesap çarşıya uymuyor. Nitekim bugünlerde başta
Washington olmak üzere Batı dünyası dünya liderliğini Ortadoğu’daki değişime paralel olarak tartışıyor. Bu köşenin müdavimleri bilirler, Amerikan Çağı’nın sonunun gelmekte olduğunu birkaç kez yazdık. Aslında bu tez Uluslararası İlişkiler disiplini için yeni bir
tartışma konusu da değil. Amerika nispi olarak geriliyor, liderlik Amerikalıların elinden adeta kayıyor. Bu durumu geçenlerde Obama da
itiraf etti aslında. ABD artık tüm oyunu belirleyen, zirvedeki yalnız adam değil. Ekonomik
kriz bunun açık göstergesi. ABD bir türlü toparlanamıyor. İlginç olan
Avrupa da ABD’nin peşinden
ekonomik krizlere sürükleniyor. Ancak ekonomik kriz kadar önemli bir gösterge de Ortadoğu. Çünkü dünya liderliğinin bu bölgeye hakim olmakla ilgili olduğunu yıllarca bizzat Amerikalılar yazdılar çizdiler. Eğer Ortadoğu’daki yerel dinamikler Batı’yı bölgede etkisizleştirebilirse Batı’nın siyasi düşüşü kalıcı hale gelebilir. İşte ABD’yi ve genel olarak Batı’yı endişelendiren de bu. Bir yandan Arap Baharı’na destek veriyorlar, diğer taraftan tüm planları mükemmel bir şekilde işlerken başlarına gelmekte olanı sezip, korkuya kapılıyorlar. Tüm varlığı Batı desteğine bağlı olan İsrail’in korkusu ise bir kat daha fazla.
Bu korkular altında en çok endişe edilmesi gereken ise kontrolü kaybettiği noktalarda Batı’nın bölgedeki dengeleri elinde tutabilmek için yapay dış müdahalelerde bulunması ve bölgesel kutuplaşmalardan medet ummasıdır.
Not: ABD’nin hızlı düşüşü hakkında Fareed Zakaria’nın ‘The Hard Truth about Going Soft’ adlı makalesi de mutlaka görülmeyi hak ediyor. (
Time, 17
Ekim).