Biliyorsunuz,
Kayseri Jandarma İl
Alay Komutanı
Albay Cemal Temizöz, cezaevinde. Cizre’de görev yaptığı dönemde
faili meçhul cinayetlere bulaştığı iddia edilirken, hakkında ağırlaştırılmış müebbet
hapis cezası isteniyor.
Buradaki bir başka
tartışma noktası,
tutuklu Temizöz’ün görevden alınmayıp yerine herhangi bir atama yapılmamasıdır.
Biz bu durumu eleştirdik. Cinayet davasında tutuklu bir subayın koltuğunu korumanın hukuk devletine yakışmadığını söyleyip durduk. Genel
kurmay başkanına, haftalık bilgilendirme toplantısı yapan komutanlara sorular yönelttik.
Temizöz’ün koltuğu hala boş ve sanki Temizöz için özenle saklanıyor.
Güzel...
Emniyet Genel Müdür Yardımcısı
Emin Arslan’la ilgili gelişmeleri de takip etmiş olmalısınız. Arslan, uyuşturucu kaçakçılığıyla suçlanıyor ve o da cezaevinde.
İşin ilginç tarafı, Arslan da görevden alınmadı, koltuğu tıpkı Temizöz hadisesinde olduğu gibi titizlikle korunuyor.
İkisi arasında ne fark var?
Asker koruyunca kötü, polis koruyunca iyi mi olur?
Çete soruşturmasında “
şüpheli” sıfatıyla özel yetkili savcıya ifade veren
Sakarya Emniyet Müdürü Faruk Ünsal’ı koruyanlar, yoksa Emin Arslan’ın da yolunu dört gözle bekliyor olabilir mi?
Biraz takılayım arkadaşlara. Yandaş medya, neden bunu yazmıyorsunuz?
Laf Faruk Ünsal’dan açılınca yeni duyduğum bir söylentiyi de aktarmalıyım. Ankara’da birileri, Ünsal’ı Kaçakçılık Daire Başkanı veya büyük bir vilayete
emniyet müdürü yapmak için kulisteymiş.
Vallahi yakışır!
Gözümüz gibi bakmalıyız
Genelkurmay Askeri Savcılığı, bir subayın ihbar mektubuna eklediği ıslak imzalı
komplo belgesiyle ilgili yeniden soruşturma açtı. Haliyle,
Ergenekon soruşturmasını yürüten savcılarından o belgeyi istedi.
12 Haziran tarihli
Taraf Gazetesi’ndeki haber üzerine açılan ilk soruşturmanın akıbetini hatırlıyoruz.
Dahası, belgede imzası olduğu iddia edilen Albay
Dursun Çiçek Ağustos Şurası’nda
terfi ettirilmek istendi, mümkün olmayınca beklemeye alındı, spekülasyonlar üzerine Genelkurmay tarihinde belki de ilk kez albay için açıklama yaptı.
Ergenekon soruşturması kapmasında ifadesi alınan Albay Levent Görgeç, tuğamiralliğe terfi ettirilerek Ege Deniz Bölge Komutanlığına atandı.
Diğer
deniz kurmay albaylara amirallik yolunu açacak kritik görevler verildiğini hep birlikte izledik: Dora Sungunay Hücumbot
Filo Komutanı, İ. Koray Özyurt Aksaz Deniz Üssü Kurmay Başkanı,
Şafak Yürekli
Donanma Harekat Başkanı, Tayfun Duman Firkateyn Komodoru,
Muharrem Nuri Alacalı Hücumbot Komodoru oldu.
Emekli olan Albay Mert Yanık ise kendi isteğiyle yolunu ayırdı.
Maalesef, Genelkurmay, Dursun Çiçek tartışmasından sonra Ergenekon sürecinde “taraf” gibi hareket etmeye veya kamuoyunda böyle bir algının oluşmasına katkı sağlayacak şekilde hareket etti.
Ayrıca, ihbar mektubunda
İlker Başbuğ ve üst düzey bazı komutanlar hakkında ağır ithamlar var.
Dolayısıyla, askeri
savcılık tarafından yürütülecek soruşturmada kamuoyunu tatmin edecek sonuçların çıkacağını ummak, güçtür.
Orijinal belgenin ise “tek” olduğunu düşünecek olursak, durum daha da içinden çıkılmaz hal alabilir.
Önerim şudur; orijinal belge mutlaka İstanbul’da korunmalı, gerekiyorsa ortak çalışma yürütülmelidir. Ona gözümüz gibi bakmalıyız.
İnsanlık hali, ne olur ne olmaz...
Vahim iddia
OHAL Gazileri ve Şehit Aileleri Dayanışma Derneği Başkanı Müslüm
Öztürk, demokratik açılımla ilgili uzun bir
mektup gönderdi. Biliyorsunuz, Öztürk, sürecin ilk günlerinde bazı şehit anneleriyle Diyarbakır’a giderek ilk kucaklaşmayı gerçekleştiren isimdir.
O günden sonra çok acılar çekmiş, iftiralarla boğuşmuş. Mektubunda hüzünlü bir dille bunları anlatıyor.
Sona doğru dikkatimi çeken bir nokta oldu. Şehit ve gazilerimizin katıldığı kimi
protesto eylemlerinin arkasında TSK hastanelerine protez satan medikalcilerin olduğunu iddia ediyor.
Şöyle yazıyor: “Hiç kimsenin düşünemeyeceği konu ise belli başlı büyük mitingleri organize eden ve maddi
destek sağlayarak gazi ve
şehit ailelerimizi protestolara sürükleyenlerin TSK hastanelerine protez satan medikalciler olduğudur. Bu kişileri ispat etmeye de hazırız.”
Bu iddia doğruysa, çok vahimdir.
Mektubun son cümlesine ise katılmamak mümkün değildir; “Dün Çanakkale’de aynı siperi savunurken şehit olup aynı çukuru
mezar olarak paylaşan ecdadın torunları bugün
Şırnak dağlarında,
cehennem derelerinde can alıp can veriyor. Terör bataklığında yok oluyor. Ateş düştüğü yeri yakıyor. Gelin bu ateşi birlikte söndürelim. Evlatlar ölmesin, analar ağlamasın.”