Ergenekon sanığı
Semih Tufan Günaltay, önceki gün
Silivri’deki ifadesinde
Yozgat Cezaevi’nde yatarken
Tuncay Güney’in ‘Beni
Veli Küçük gönderdi’ diyerek ‘özel harpçi binbaşı’ sıfatıyla gelip kendisiyle görüştüğünü anlattı. Ekliyor: ‘Ama tırnakları manikürlüydü, efemine gibiydi, inanmadım. Sert konuştum, gitti.’
İfadede dikkat çeken bir başka nokta,
Tuncay Güney, cezaevine dönemin
Cumhuriyet başsavcısının özel talimatıyla girmiş. İddia doğruysa o başsavcı kimdir, eminim bu soruya da
yanıt aranacaktır.
Gözden kaçtı mı bilmiyorum ama hatırlatmakta fayda var. Günaltay, o cezaevindeyken yanında biri daha vardı: Osman
Yıldırım...
Yıldırım,
Danıştay davası sanığı ve
Ergenekon davası tanığıdır.
1981 yılında
Ankara’ya gelen Yıldırım,
Altındağ’da 3-4 yıl semt pazarcılığı yaptı, 1989 yılında
Manisa’da kız kardeşi Miyase Yıldırım’ı bıçaklayarak öldürdü, 1993’de
tahliye oldu. 1994’de
Şeref Özkan’ı
İstanbul’da silahla vurunca yeniden cezaevine düştü.
Savcılıktaki ifadesinde Günaltay’la tanışıklığını şöyle anlattı: ‘Kendisiyle hemşeriyiz. 1995 yılından beri tanıyorum. 1999 yılında Yozgat’ta cezaevinde birlikte yattık. Günaltay, İHD Genel Başkanı
Akın Birdal’a silahlı saldırı eylemi gerçekleştirdiği için cezaevindeydi. Ben de Şeref Özkan’ı vurduğum için cezaevindeydim.’
Dediğim gibi,
küçük bir hatırlatma...
Açtırma kutuyu, söylet’me kötüyü
CHP medyası, Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül’ün
İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü’ne seçimde ikinci sırada yer alan Prof. Dr. Yunus Söylet’i atamasını bir türlü sindiremedi. Soruyorlar: Neden ilk sıradaki
aday atanmadı?
İlk bakışta çok haklıymış intibaı yaratan bu soruya
cevap arayanlar, önceki Cumhurbaşkanı
Ahmet Necdet Sezer’in atamaları karşısında da aynı tavrı alsalardı sonuna kadar yanlarında olurduk.
Derdik ki: Evet kardeşim,
sandık iradesine saygı gösterilsin, ilk sıradaki aday atansın.
Onlara; 1 oy almış hocayı
rektör atayan, adayları oturdukları dairenin kapıcısına sorarak kanaat oluşturan, CHP’li dostlarıyla istişare etmeden karar vermeyen ve sandık iradesine asla itibar etmeyen Sezer’i hatırlamalarını salık veririm.
‘Hadi lan işinize’ demek de isterim ama patenti sevgili
Ahmet Kekeç’e ait olduğu için es geçiyorum.
Elbette, iki yanlıştan bir doğru çıkmaz. Doğrusu, rektör atamalarında
cumhurbaşkanının tümüyle devreden çıkması, son sözü üniversitenin söylemesidir. Zaten Gül, bu konuda niyetini beyan etti.
YÖK de aynı kanaatleri taşıyor.
Üniversitelerde nepotizmi hortlatmayacak mekanizmalar oluşturulduktan sonra ve mümkün olan en kısa zamanda bu soruna çözüm bulunmalı, Cumhurbaşkanı ve YÖK tartışmalardan arındırılmalıdır.
Hitler’i hortlatmayın
27
Nisan bildirisinin yayınlandığı dakikalarda
telefon bağlantısı kurmak isteyen TV kanallarına, ‘Çok
öfkeliyim, bu gece beni bağışlayın’ demiştim. Konuşmak için 24 saat bekledim.
İsrail’in
Gazze’ye yönelik vahşi saldırısından sonra da benzer duygular içindeydim.
Masum çocukların kanlar içindeki görüntüleri karşısında ‘Hitler’e hak veriyorum’ diye içimden yükselen öfkenin sesini bu satırlara yansıtmak istemiyordum.
Dünyanın aymazlığı, İsrail’in vurdumduymazlığı, Arapların zavallılığı karşısında öfkemi dindirmekte hayli zorlandım.
Bir vahşeti kınarken düşünceleri kan imbiğinden geçirip bir başka vahşete methiyeler dizmenin insani olmadığının farkındayım.
İnanıyorum ki, öfkemizi bastırıp yazmasak da Gazze zulmünün kanlı görüntüleri karşısında Yahudilere yönelik oluşan zihinsel refleksin, Nazi faşizmine övgüyü haklı kılacak boyutlara ulaşacağını kestirmek güç değildir.
Böyle devam ederse Gazze’deki her kare, İsrail’i haritadan sileceğini açıklayan
İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad’a üçüncü dünyada ‘Hitler rolü’ biçer. Venezuella’ya kadar uzanan öfke seli, bunun en bariz örneğidir.
Özal haklı çıktı
Biliyorsunuz, İsrail
Başbakanı Olmert, 22
Aralık’ta
Türkiye’deydi. Başbakan Erdoğan’la yaklaşık 5.5 saat süren bir görüşme yaptı. Erdoğan, toplantı sürerken Filistinli yöneticilerle de telefon köprüsü kurdu.
Olmert, Erdoğan’ın ‘Gazze’de yaşananlara
seyirci kalamayız’ sözlerine şu karşılığı verdi: ‘Hiç merak etmeyin Gazze’de insani bir trajedi yaşanmayacak.’
27 Aralık’ta Gazze’ye
füze yağdı.
Şimdi anlaşılıyor ki, füze operasyonu kararı daha Olmert Türkiye’ye gelmeden üç gün önce 19 Aralık’ta alınmış.
Malum, Olmert, İsrail’in geçici başbakanı.
Şubat’taki seçimlerden sonra tedavülden kaldırılacak.
Bu durumda insanın aklına şu iki soru geliyor: 1- Olmert yalan söyleyip Türkiye’yi oyaladı, 2- Başbakan olarak operasyondan haberi yoktu.
Birinci şıkkı yabana atmamakla birlikte, İsrail’in bu ‘topal ördek’ konumundaki başbakanının operasyondan haberdar olmama ihtimali daha yüksek gibi gözüküyor.
Tüm dünya biliyor ki, İsrail’deki ‘derin yapı’,
siyaset mekanizmasından çok güçlüdür. Olmert’i tınlamadan operasyonlara başlaması kimseye garip gelmez.
Sorunun İsrail açısından dikkat
çekici görünen bu boyutu, aslında Türkiye açısından da ibret vericidir. Terörün ve şiddetin yoğun yaşandığı bölgelerde
sivil siyasetin zayıfladığı, demokratik mekanizmaların aksadığı, otoriteyi silahlı güçlerin tesis ettiği ve barış çabalarını yeşertmenin güç olduğu gerçeğini bir kez daha bizlere göstermiştir.
Güçlü
demokrasi, şeffaf
yönetim ve açık toplumdan yana olan herkesin teröre karşı elbirliği yapması gerekir. Bu bağlamda, 1 Ocak’ta
Kürtçe yayına başlayacak
TRT 6’ya başarılar dilemek istiyorum.
Turgut Özal, Kürtçe yayın fikrini 1988 yılında tartışmaya açtığında partisi
ANAP’ta ‘milliyetçi’ ekibin boy hedefi haline gelmişti. Sonraki yıllarda neredeyse ihanetle suçlayanlar oldu.
Aradan geçen 20 yıl Özal’ı haklı kıldı.