Pazartesi günü Milliyet’ten
Devrim Sevimay’a yaptığım şu açıklamayı hatırlatarak lafa girmek istiyorum: “Bu hafta
Başbakan veya hükümet ilişkileri yumuşatmak için askere ziyaret gibi önemli bir
jest yapabilir.”
Devamında ise dedim ki: “Ama bu durum, askerin TSK içindeki cunta faaliyetleri karşısında alacağı tavra göre şekillenecektir.”
O görüşme dün gerçekleşti.
Genelkurmay karargahındaki görüşmeye İçişleri ve
Adalet Bakanı da katıldı.
Hazırlıklara bakarak gündemi okuyacak olursak nelerin konuşulduğu konusunda şu tahmini yapabiliriz; 1- Bülent Arınç’a suikast ve
darbe iddiası kapsamındaki gelişmeler, 2-
Askere
sivil yargı yolunu açan yasal
düzenleme, 3- Emniyet-asker ilişkileri.
Hükümetin de askerin de talepleri var. Daha önemlisi, iki taraf da ilişkilerin normalleştirilmesini istiyor. Ortak paydanın “
demokrasi” olması koşuluyla zirvedeki mutabakatın
ülke yararına olacağı konusunda, eminim, kimsenin kuşkusu yoktur.
Yeni bir sayfa açıldı
Bu zirveden sonra süreç nasıl gelişir, el yordamıyla şu değerlendirmeyi yapabiliriz; sivil yargılamayla ilgili yasaya ilişkin
Anayasa Mahkemesi’nin kararı ortaya çıkmadan yeni bir pozisyon zor gözüküyor. Emniyet-asker ilişkilerinde
iletişim kazalarını önlemeye dönük yeni bir mekanizma kurulabilir. Cuntaya karşı daha etkin önlemler alınması konusunda güçlü bir irade ortaya konabilir.
Bir de ortada küresel aktör olmanın getirdiği uluslararası risklerin yanı sıra “demokratik
açılım” gibi ateşten top var. Bu kanayan yaranın durdurulması ve sürecin az hasarla atlatılabilmesi için kurumlar arası mutabakatın önemi büyüktür.
Başbakanın ziyareti ve seçilen mekan, bu açıdan çok önemlidir. Görebildiğim kadarıyla, yeni bir sayfa açılıyor, eski defterler kapatılıyor. Bu sayfanın kara çiziklerle doldurulmaması için hem hükümete hem askere önemli sorumluluk düşüyor.
Özellikle TSK içindeki demokratik rejimi kesintiye uğratma hayaliyle aklı dumura uğramış odakların mutlaka temizlenmesi gerekiyor. Bu konuda
İlker Başbuğ’a daha büyük görev düşüyor.
Kafesleri parçalamazlarsa hep birlikte kafese düşerler.
One Minute rövanşı
Devletin zirvesindeki bu uyum ve sivil-asker ilişkilerinin demokratik eksende yeni tanımı, iç ve dış tahriklere, özellikle Global
Ergenekon’a karşı daha dirençli bir yapının oluşmasını sağlayacaktır.
Türkiye, Global Ergenekon’un tehdidi altındadır. Başbakanın Davos’taki “One Minute” çıkışından sonra bu tehdit, daha da arttı. Özellikle
İsrail istihbarat
örgütü MOSSAD, bu tehdidi körükleyen en önemli faktördür. Hükümet-asker çatışmasından rol kapmaya çalışıyor.
İsrail
İstanbul eski Başkonsolosu Moti Amihai’nin gider ayak yaptığı şu açıklamayı hatırlayın: “
Ordu giderek
İslamlaşıyor...”
Aklınca, bir taşla, birden fazla kuş vurmayı planlıyordu.
Şimdi bir adım daha ileri gidiyorum; 7 askerimizin şehit edildiği Reşadiye baskını, Global Ergenekon’un dominant unsuru MOSSAD’ın tertibidir,
PKK taşeron olarak kullanılmıştır.
Demokratik
açılımı baltalamak için Kandil’i en çok MOSSAD ajanlarının ziyaret ettiğini söylesem, ne dersiniz?
Şimdi PKK liderlerinden Cemil Bayık’ın son açıklamasını birlikte değerlendirelim: ‘
Kozmik odaya siyasal İslam yerleşecek.”
PKK, kamuoyunda “kontgerillanın kalbi” olarak bilinen kozmik odaya girilmesinden neden rahatsız olur?
MOSSAD tertibi
Laf lafı açtı, şimdi size başka bir örnek vereceğim.
Hatırlayın, 25
Mayıs 2007 günü Bingöl’e bağlı Genç ilçesi Suveren bölgesinde,
Malatya-
İslahiye güzergahından Suriye’ye giden yük trenine
mayınlı saldırı düzenlendi. 8
vagon raylardan çıkarak devrildi. Bilinen suçlu, PKK’ydı.
Vagonlara bakınca ürkütücü bir tablo çıktı ortaya. 762 adet Kannas
marka uzun menzilli
keskin nişancı suikast silahı, 54 adet Biksi ağır makinalı
tüfek, 120
sandık içinde 120 mm’lik
havan mermisi ve çok sayıda
mühimmat var.
Bu silahlar kime aitti? PKK’ya mı yoksa başka bir
terör örgütüne mi? PKK’nınsa o eylemi neden PKK yapsın?
Genç savcılığı olaya el atsa da sorunun büyüklüğü ve niteliği nedeniyle mevzu Diyarbakır’a
havale edildi.
Resmi belgelere göre; vagonlarda teslimat yeri
Tahran olan inşaat malzemeleri vardı. Silahların kime ait olduğuna ilişkin iki yılı aşkın süredir devam eden
soruşturma, geçen aylarda sonuçlandı, daha doğrusu sonuçsuz kaldı. Evrak, “
faili meçhul evrak” olarak rafa kondu.
O günlerde ise bu silahların PKK,
Hizbullah veya Hamas’a ait olduğu yönünde spekülasyonlar yapılıyordu.
Oysa hem MİT hem askeri istihbaratın bu soruşturma sırasında ulaştığı çok önemli bulgular vardı. Kamuoyuna sızmadı. Açıklıyorum, o tespitlere göre, tertibin arkasındaki güç MOSSAD’dı.
Gelelim son hadiseye
Bülent Arınç’a suikast ve darbe iddiası, vahimdir, sonuna kadar üzerine gidilmelidir. TSK içinde cuntanın varlığı inkar edilemez boyuttadır.
İyi güzel de bunları bu kadar pervasızca cesaretlendiren ve harekete geçiren irade nedir? O karanlık el kime aittir? Reşadiye’de, Bingöl’de gördüğümüz o karanlık el olabilir mi?
Hakim ve savcıya postalanan mermilere, bir de bu gözle bakmak gerekir mi?
O mermileri postalayan sıradan biri veya bir örgüt üyesi çıksa bile, yukarıdaki gerçeği değiştirir mi?
Şu bir gerçek; Global Ergenekon, Türkiye’deki her iç çatışma ortamından rol çalmaya çalışıyor. Daha büyük provokasyonlara zemin hazırlanabilir. Bu oyuna gelmemek gerekir. O nedenle, dünkü zirveyi çok önemsiyorum.
Yeni bir yol haritasına, yeni bir sayfaya ihtiyaç vardır. Tabi, demokratik rejimin üzerinde tepinmeden...