Eski
Başbakan Yıldırım Akbulut’un “Benim zamanımda
Genelkurmay Başkanı başbakanlığa gelmiyordu, şimdi geliyor” dediği gün, yurdumun bir başka köşesinde acul CHP’li
Süheyl Batum, askerin garnizon sınırlarına çekilmesinden duyduğu rahatsızlığı dile getirdi, bu dönüşümü “
yıkım” olarak nitelendirdi.
Şöyle dedi özetle: “Koca bir askeri yıktılar, meğer kağıttan bir kaplanmış. Biz bunu asker zannedermişiz, meğer ABD içini oymuş. O koca ağacı hop diye yıktılar. Bir tek CHP’yi yıkamadılar.”
Biliyorsunuz Batum, Encümen-i Daniş’in
Demokrat Parti Genel Başkanlığı için düşündüğü bir isimdi. Necmettin Karaduman’ın açıklamasına bakılırsa, Batum da bu projeye sıcak bakıyormuş, gecikince aceleci davranıp CHP’ye geçmiş.
Kendisi de Ülke TV’de katıldığı bir programda, CHP’ye katılacağı yönündeki iddialar hatırlatıldığında şöyle demişti: “Benim soyadım Batum, 7 göbek DP’li bir aileden geliyoruz.”
Olabilir, değişmiştir, dönüşmüştür, siyasi geçmişiyle fazla ilgili değilim. Ancak Encümen-i Daniş’in neden Batum üzerine titrediğini şimdi daha iyi anlıyorum.
Malum,
Ergenekon sanıklarının CHP’den
milletvekili adayı yapılması projesinin de mimarıdır kendisi. Son açıklaması, bu davada sanıklara isnat edilen
suçlamaları da içselleştirdiği izlenimi veriyor.
Biliyorsunuz, sanıkların bir bölümüne isnat edilen suçlama, askeri
darbe yapmaya ikna edecek kaotik ortamın oluşturulmasıdır. Kimi sanıklar, askerin darbe yapacağına inanıyorlardı, ifadelerinde bile savcılara “Yarın asker yönetime el koyarsa görürsünüz gününüzü, o zaman ifadelerinizi ben alırım” diyecek kadar cüretkardı.
Aradan geçen süre içinde ne oldu peki?
Asker, 27
Nisan 2007’den bu yana
muhtıra vermiyor.
Balyoz,
Sarıkız,
Ayışığı gibi kapsamlı darbe senaryoları (güncellemeler hariç) üretilmiyor. Evlere
şenlik andıçlar kamuoyuna sızmıyor. Siyasi mesajların sayısı azalıyor. Yüksek Askeri
Şura kararları dayatılamıyor. Genelkurmay başkanları başbakanlığı ziyaret ediyor.
Yargıçlar ve medya mensupları topluca karargaha çağrılmıyor. Darbe senaryoları yargı önüne çıkarılıyor. Rütbesine bakılmadan ağır aksak da olsa sorgulamalar yapılabiliyor.
Ve benzeri gelişmeler...
Batum ne diyor: “Koca askeri yıktılar, meğer asker kağıttan kaplanmış...”
Ey
Kemal Kılıçdaroğlu, Encümen-i Daniş keşfi Süheyl Batum’un hayırlı olsun. Bu arada aman dikkat, “Bir tek CHP’yi yıkamadılar” diyor ya, yıkım ekibinin başında kendi olmasın sakın...
Dönüşümlü ahlak zabıtası
Aslında bu mevzua girmeye hiç niyetli değildim ama tarihe
küçük bir not düşmek adına kayıtsız kalamadım. Malum,
Hıncal Uluç, Defne Joy Foster’in ölümünden sonra evli ve çocuklu bir anneyle bekar erkeğin gece yarısı aynı evde olamayacağını vurgulayıp “Ortada çok açık bir
ihanet var” deyince,
tartışmanın fitili ateşlendi.
Özel hayatı en az muhatapları kadar marjinal olan Uluç’un, “töre” kokulu bu yazısı bana hiç “masum” gelmedi. Uluç’u böyle bir yazı kaleme almaya zorlayan neden, Foster’in evindeki bekar gencin Ahmet Altan’ın oğlu olması mıdır veya
Ertuğrul Özkök gibi aykırı öneriler üzerinden tartışma yaratarak ilgi odağı haline gelme düşüncesi midir bilmiyorum.
Ama şundan eminim; yazar, kesinlikle, evli ve çocuklu bir anneyle bekar gencin gece yarısı aynı odayı paylaşmasına yönelik sorgulayıcı bakış açısına sahip değildir. Kaldı ki, hayat tarzı da bunu reddeder.
Hatırlıyorum; Hıncal Uluç,
Tuğrul Türkeş ile Güler Kömürcü arasındaki
telefon konuşmalarını yayınlayınca, 16
Eylül 2008 tarihli yazısında, tüm ayrıntıları sıraladıktan sonra Adalet Bakanı’na şöyle seslendi: “Bu
ülkede ve dünyanın tüm
demokrasi ile yönetilen ülkelerinde
özel hayatın gizliliği esas değil midir?”
Yayınladığım telefon konuşması, Ergenekon iddianamesinin eklerine girmiş ve aleniyet kazanmış bir belgeden alıntıydı.
Hani, son hadisedeki gibi varsayıma dayalı değildi, somuttu.
Şahısların ikisi de evliydi. Üstelik biri, Ergenekon sanığı ve aynı zamanda Silivri’de cezaevinde bulunan bir sanığın eşi, diğeri meclise verdiği soru önergesiyle Ergenekon’a tepki gösteren siyasiydi. Dolayısıyla, konunun “ özel hayat” retoriğine hapsedilmeyecek siyasi ve hukuki boyutları vardı
Buna rağmen Uluç, şimdi ki gibi çıkıp “Evli bir kadınla evli bir erkek nasıl bir böyle bir konuşma yapar?” diye sormak yerine “Özel hayatın gizliliği nerede?” diye feryat etti. Kuyruğu da aynı türküyü söyledi.
Şimdi o zaman biz soralım Hıncal Bey’e: Özel hayatın gizliliği nerede? Ergenekon sanıklarına gösterdiğin şefkati, Altan ailesinden neden esirgedin?
Hatırlatmakta yarar var; Kışkırtmalarınızla, o yazıdan dolayı, özel hayatın gizliliğini ihlalden 15 ay
hapis cezası aldım. Ya siz? Dönüşümlü ahlak zabıtası oldunuz...