PKK’nın artan kanlı eylemleri karşısında liberal aydınlarımızın bir bölümü, “PKK muhatap alınsın” tezi üzerinden çözüm üretmeye başladılar. Bu koroya kimi twitter aydınları ve vanilyalı prezervatif uzmanları da katıldı.
Nişantaşı penceresinden
Türkiye’nin kronik sorununa konjonktürel çözüm üretmeye çalışanların bu yaklaşımı, çok sığ ve gaflet halinin yansımasıdır.
Hepimiz biliyoruz, PKK, kabakulak hastalığına çare niyeti gibi, diğer
Kürt örgütlerini enterne etmek için 32 yıl önce derin devletin istihbarat laboratuarında üretilmiş sözüm ona bir aşıydı. Aşı içindeki etkisiz ancak canlı mikroorganizmalar,
Ermeni terör örgütü ASALA’nın misyonunu tamamlaması üzerine 1984 yılında güçlendirilerek iyileştirici değil hastalandırıcı etkiye dönüştürüldü.
Yabancı menşeli ASALA’nın yerine
yerli malı PKK ikame edildi. Bu arada 12
Eylül ara rejimi
taşeron örgütün taban tutmasına fırsat yarattı, 28
Şubat süreci palazlanmasını sağladı, eklemlenen diğer yanlış
tedavi yöntemleriyle zaman içinde hastalık tüm bünyeyi sardı.
PKK artık kabakulak aşısı değil, akut
solunum yetmezliği sendromu (SARS) gibiydi.
Sadece Türkiye ve
Kuzey Irak’ta değil, ABD ve AB başta olmak üzere birçok
ülkede örgütlendi, güçlü bir
propaganda ağı kurdu, uyuşturucudan insan ticaretine kadar oluşturduğu çeşitli finansman kaynaklarıyla dünyanın en çok kazandıran çok uluslu ve silahlı holdinge dönüştü.
PKK’ya bağlı 1 konfederasyon, 9 federasyon, 232
dernek, 123 dernek temsilciliği, 18 ülke temsilciliği, 22
Kürdistan Komitesi, 14
spor kulübü, 4
halk/ kültür evi, 26 akademi/kültür merkezi, 1 TV kanalı, 11
radyo kanalı, 20
gazete/
dergi, 6 haber merkezi, 3
yayınevi/haber ajansı ve sayısız internet haber portalı var. Bu kuruluşların 189’u
Almanya, 53’ü
Fransa, 39’u
İsviçre, 32’si
Hollanda, 25’i
Avusturya, 21’i Belçika’da bulunuyor.
Üye sayısı konusunda farklı rakamlar var. Ortalamasını alırsak, Türkiye’de 2 bin, Kandil’de 5 bin civarında PKK’lıdan söz edebiliriz.
Hedefleri, Türkiye,
İran, Irak ve Suriye’den koparacakları topraklar üzerinde Büyük Kürdistan hayalidir. Menzile varmak için, şu ana kadar değişik güç odaklarından sağladıkları
lojistik desteğe ilave olarak halk desteğine ihtiyaçları var.
Kısmen başardıkları söylenebilir, ama yeterli değildir.
Açılım çılgına çevirdi
Sorunun püf noktası da budur. PKK’nın Kürt halkıyla bağını koparmadan marjinalleştirmeniz, dolayısıyla Kürt meselesine kalıcı çözüm üretmeniz imkansızdır. PKK’nın yatırımlara, demokratik
açılıma, temel hak ve
özgürlük alanlarının genişletilmesine tepkisi, bundandır. İstismar alanlarını kaldırdıkça zemin kaybeden PKK, çılgına dönüyor.
O zaman
OHAL gibi saçma sapan önerilerin peşinden sürüklenmeden “inadına
demokrasi” diyerek açılım politikasına sahip çıkmak ve sürdürülebilir kılmak gerekir.
Şunu da kabul etmek gerekir, terörün tırmandığı hallerde hak ve özgürlük gibi kavramlar “eğreti” durur, konuşamazsınız, tartışamazsınız.
Önce akan kanın durdurulması
gerekir.
Yukarıda izah ettiğimiz gibi, PKK “taşeron” bir örgütse, sahibiyle oturup konuşacaksınız.
Ulusal çıkarlarınıza uygun, PKK’yı “kullanılabilir enstrüman” olmaktan çıkartacak uzun vadeli stratejik
işbirliği projesi geliştireceksiniz.
Çünkü: PKK, artık Türkiye’nin “iç sorunu” değildir, sadece
yurt içinde alınacak tedbirlerle çözme imkanınız yoktur.
İçinde bulunduğumuz yüzyılın küresel oyun sahası olan bu coğrafyada Türkiye, asla kendi haline bırakılmaz.
Küresel iktidar savaşının jeostratejik
oyuncuları arasındaki dengeyi etkileme kabiliyeti nedeniyle “mihver oyuncu” olarak görülen Türkiye, gelecek projeksiyonunu buna göre yapmalıdır.
Siyasi iktidarın pergelin sabit ayağını
Anadolu’ya koyup hareketli ayağını 360 derecelik açıyla dünyanın her köşesinde dolaştırma çabası, süreci iyi okuduğunu gösteriyor.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun dediği gibi Türkiye’nin eksenini tarihi ve coğrafyası belirler. Şu sözü, işin özüdür: “Çevremizi düzenlemezsek Anadolu coğrafyasında oturamayız.”
Onun içindir; PKK eylemlerinin artmasıyla “eksen” tartışmasının alevlendirilmesi arasında operasyonel bağ vardır.
Rusya ile enerji bağlarını güçlendiren, Çin ve Hindistan’la ilişkiler kuran,
Afrika ve Latin Amerika’da temsilcilik sayısını arttıran, İran’la sinerji oluşturan,
Ortadoğu barışı için aktif rol oynayan ve Arap dünyasıyla barışan Türkiye, ABD-
İsrail safında hizaya sokulmak isteniyor.
Aydınların ekseni kaydı
Bu perspektiften bakmadan, “hayır kardeşim ben yine de PKK’yla masaya oturup anlaşacağım” derseniz, buyurun...
İsterseniz, Abdullah Öcalan’ı İmralı’dan çıkarın meclise sokun...
Sadece terör boyut değiştirir, nasıl ASALA gitti PKK geldiyse, bu kez başka bir
baş ağrısı peydahlanır, canınızı yakmaya devam eder.
Elbette bu durum, hükümetin açılım sürecindeki yanlışlarını, TSK’nın teröristle mücadeledeki affedilmez hatalarını ortadan kaldırmaz. Bu noktaya zum yaparız ayrıca, Dağlıca’da, Aktütün’de yaptığımız gibi...
Şunu da unutmayalım; “daha çok kan akıtıyor” diye PKK ile pazarlık masasını çözüm adresi olarak gösterirseniz,
Balyoz,
Ergenekon ve
faili meçhul cinayetler davasında söyleyecek sözünüz kalmaz.
Mustafa
Balbay yarın çıkıp “Benim içeride bulunmamın sebebi, arkamda PKK’nın olmaması mı?” diye sorsa, ne
cevap verirsiniz.
Çetin Doğan “PKK’nın cinayetleri ortadayken ben gerçekleştirmediğim
darbe planından dolayı yargılanıyorum” dese, ne söylersiniz?
Kusura bakmayın, kimse şiddeti kutsamasın, kan üzerinden oynanan oyuna
prim vermesin. 12 yaşında 13 kurşunla vücudu delik deşik edilen Kızıltepeli Uğur Kaymaz’ın hukukunu arayalım, dün Halkalı’da asker kızı olmaktan gayri günahı (!) bulunmayan 17 yaşındaki Buse Sarıyağın’ın da...
Ergenekon’dan
hesap soralım, derin PKK’dan da...