Hocam Devlet Bahçeli’nin nazik davetine icabet edip dünkü
basın toplantısında 7 numaralı masaya konuşlandım. Masalardaki dağılıma baktığınızda ince bir işçilik yapıldığı hemen fark ediliyor.
Olabilir; MHP yönetimi “
yandaşlık” hiyerarşisine göre
protokol listesi oluşturabilir. Mesela, beni en arka masaya atabilir. Hiç itirazım olmaz. Hocamdır, yine de saygıda kusur etmem. Siyasi politikalarına
eleştiri hakkım ise mahfuzdur.
Sağolsun, kendisi de en ağır eleştirilerime rağmen, karşılaştığımızda nezaketinden asla sapmamış ve yakın ilgi göstermiştir. Dün olduğu gibi...
Fakat salondaki şu
manzara, hiç şık değildi. Ortasına Devlet Bey’in oturduğu,
mahkeme salonlarındaki hakim kürsülerini andıran ve yüksekçe yere kurulmuş, numarasız, uzun protokol masasındaki dağılımdan söz ediyorum.
Hani liderlerin
kurmay heyetlerini yanına alıp da basın mensuplarının karşısına çıktığı fotoğraf karesindeki gibi.
Sağında 6, solunda 5 gazeteci vardı. Sırasıyla önce sağ cenah:
Fikret Bila (
Milliyet), Metin Özkan (Tercüman), Orhan
Karataş (
Ortadoğu),
Murat Çelik (
Star TV), Sedat
Bozkurt (
Fox TV), Bilal Çetin (
Vatan) Sol cenah: Erhan
Karadağ (
CNN Türk),
Enis Berberoğlu (
Hürriyet),
Yavuz Donat (
Sabah),
Muharrem Sarıkaya (
Habertürk), Metin Kayhan (
Başkent TV)
Geçen yıl aynı masada bulunan
Cumhuriyet Gazetesi
Ankara Temsilcisi Mustafa
Balbay, cezaevinde olduğu için bu yıl yoktu.
Yavuz Donat, bir sıra geri atılmıştı. Hem sağ hem solda
seri başı isimler Doğan Grubu’ndan seçilmişti. Ortadoğu, Tercüman ve Mehmet Haberal’in televizyonu unutulmamıştı.
Polis Akademisi’ndeki
Kürt açılımı toplantısına katıldıkları için “12 Kötü Adam” ilan edilen gazetecilerden biri de af kapsamında masaya eklenmişti.
25 yıldır Ankara’da gazetecilik yapıyorum, böyle bir basın toplantısı düzenine başka bir yerde rastlamadım.
Bunları yazınca hemen aklınıza başbakanın uçağı gelebilir. Karıştırmayın;
akreditasyon ayrı, konukları sınıflandırmak ayrıdır. Nitekim, dünkü toplantıya Zaman ve
Türkiye temsilcileri davet edilmemişti.
O masadaki gazeteci arkadaşlarımızın çoğu bu görüntüden rahatsızdı, biliyorum ki, nezaketlerinden oturdular. Hatta Bilal Çetin, toplantı sonrası takıldı: “Şamil bak, MHP iktidara gelirse yandaş basın böyle olacak.”
Ben de başlığı o an buldum: “MHP’nin top onbiri...”
Sohbeti kenarda izleyen toplantının organizatörü MHP Genel Başkan Yardımcısı
Tunca Toskay başka bir espriyle girdi araya: “Ne yapalım Şamilciğim uçakta yer veremeyince masada yer veriyoruz.”
Oysa, o masadakilerin neredeyse yarısı başbakanın uçağına binmişti. Onu hatırlattım. Tunca Bey’den
cevap gelmeyince Çetin devreye girdi: “Hocamın o kadar torpili olsun...”
Peki, olsun. O zaman; Devlet Bahçeli’nin masası, Deniz Baykal’ın helikopteri,
Genelkurmay Başkanı
İlker Başbuğ’un karargahındaki tercihli listeye girip başbakanın uçağına laf etmeyin, ederseniz
komik olursunuz.
Gelin, kaynağı hangi kurum veya şahıs olursa olsun her türlü akreditasyona ve tercihli listeye ortak tavır koyalım.
Devlet üçgen değil karedir
Sevgili hocam Bahçeli, basın toplantısında devleti “eşkenar üçgen”e benzetti. Ayrıca bu eşit her kenar için “kırmızı çizgi” ifadesini kullandı.
Nedir onlar? Laik devlet, milli devlet ve üniter devlet... Diğerleri, üçgen içindeki tali unsurlar!
Hocama burada katıldığımı söyleyemem. Devletin temel ilkelerinin belirlendiği ve değiştirilmesi
teklif dahi edilemeyen
Anayasa’nın ilk bölümünde, Türkiye, “demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti” olarak
tarif ediliyor.
Yani 4 kırmızı çizgi var: Demokrasi,
laiklik, hukukun üstünlüğü ve sosyal devlet...
Devlet Bey, üniversitede “Türkiye Ekonomisi” dersime girdi. Liseden de matematik bölümü mezunuyum.
Madem, formülü şekillerle anlatıyoruz. Ben de “devletimiz, eşkenar üçgen değil, her kenarı eşit olan bir karedir” diyorum.
Daha doğrusu Anayasa öyle diyor. Bizim bilmediğimiz gizli başka bir Anayasa varsa, söyleyin, ona bakalım.
Fırkateyn mesajı
Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, Oruçreis Fırkateyni’nde açıklama yaparken, burada konuşmasının anlamlı olduğunu söyleyince, diğer ifadelerini unutup Oruçreis’in özelliklerine baktım.
1996’da donanmamıza katılmış, yaklaşık 200 personeli var. Yılın en az 8 ayını açık
denizlerde geçiren donanmamızın en iyi 8 savaş gemisinden birisi.
Gönderme yapılacak ilave bir özellik bulamadım. Başbuğ’un “TSK’ya karşı asimetrik
psikolojik savaş sürdürülüyor” ve “Mesnetsiz iddialar karşısında sessiz kalmayacağız” sözlerini hatırlayınca, Oruçreis’in sadece “savaş gemisi” özelliği dikkatimi çekti.
Toparlarsak, Başbuğ şunu mu demek istedi:
Savaşacağım...
Savaşsın. Tek temennim, hayali düşman üretmesin. Çiçekten, böcekten hoşlanmıyor ama işe önce TSK içinden başlamakta yarar var.
Bir de
küçük istirhamım var; 33 şehit hadisesiyle ilgili NTV ekranına çıkan
Necati Özgen Paşa’nın kaydını tekrar incelerse görecektir, kurmaylık eğitimi veren harp akademilerinin reorganizasyonuna acil ihtiyaç var.
Böyle bir
general profili, Türkiye’nin geleceği olamaz.
Ergenekon-
PKK el ele
Başyazarımız Mehmet Altan’ın dünkü
köşe yazısı, gazetemizin manşetiydi. Tahrikçilerin amacının
OHAL olduğunu söylüyordu. Gazetenin baskıya girdiği saatlerde bağlandığım
Kanal 24’ün başarılı moderatörü Fuat Kozluklu’ya aynı senaryodan söz etmiştim.
Haklıdır...
Altan’ın tezindeki eksiklik, PKK ve DTP’yi oyunun parçası olarak sıralamayıp Ergenekon ve uzantılarına gönderme yapmasıdır. O nedenle,
Bulanık ve Dolapdere’deki hadiseler,
Danıştay baskınıyla benzerlik gösterse de aynı nitelikte değildir. Altan’ın sıraladığı örneklerden sadece Reşadiye baskınıyla paralellik kurulabilir.
Eğer siz elinize
sopa alır, taş alır, ateş alır, yakıp yıkarsanız, birileri de başkalarının eline
silah verir. Bu durumda
provokatör sadece eli silahlı olan değil,
molotof kokteyli fırlatan, taş atan, sopa tutan eller de aynı kefededir.
Dolayısıyla, PKK ve Ergenekon el eledir. İtirazımız varsa, ikisine de olmalıdır. Hiçbir gerekçe, akan kanı haklı kılmaz.