YSK düzeltmezse, TBMM çözmek zorunda


Türkiye, yaklaşık 30 yıldır süren Kürdistan İşçi Partisi (PKK) ayaklanmasının son bulması, Kürt yurttaşların demokratik taleplerini şiddetten uzak, siyasi mücadele zemininde yürütmelerinin güven altına alınması, böylelikle iç barışın sağlanması arayışı içinde. Başbakan Erdoğan, 13 Nisan'da hükümetin, iç barışın sağlanması amacıyla, "devlet kanalları" aracılığıyla PKK'nın İmralı'da hükümlü lideri Abdullah Öcalan ile görüştüğünü teyid etti. Anamuhalefet partisi CHP, Kürt sorununun çözümüne yönelik köklü önerilerde bulunmaya hazırlanıyor. Toplumun ezici çoğunluğu kardeş kavgasının son bulması, barış ve huzurun sağlanmasından yana tavır alıyor. Hal böyle iken, yargı organlarından iç barış arayışına ters düşen kararlar çıkıyor. Bunların sonuncusu Yüksek Seçim Kurulu'nun (YSK) 18 Nisan'da açıklanan kararı. Bu kararla YSK, aralarında Barış ve Demokrasi Partisi'nin (BDP) desteklediği Leyla Zana, Hatip Dicle, Sebahat Tuncel, Gültan Kışanak, Ertuğrul Kürkçü, İsa Gürbüz ve Salih Yıldız'ın da bulunduğu 12 bağımsız adayın "sabıkalı" oldukları gerekçesiyle adaylıklarının iptaline karar verdi ve iç barış sürecine ağır bir darbe indirdi. Kararın, YSK'nın 2005'te yürürlüğe giren yeni TCK yerine eskisini esas almasından ve mahkemelerin adayların "memnu hakların iadesi" taleplerini, yeni TCK'ya göre buna gerek olmadığı gerekçesiyle reddetmelerinden kaynaklandığı anlaşılıyor. Umulur ki YSK, itirazlar üzerine en kısa zamanda bu vahim yanlışı düzeltecektir. Ama YSK yanlışı düzeltmeyecek olursa, Başkan Mehmet Ali Şahin'in TBMM'yi acil bir demokratik görevi yerine getirmek üzere toplantıya çağırması, Meclis'in Anayasa ve yasalarda gerekli düzenlemeleri yaparak krize çözüm bulması şart. BDP'nin temsil olunmadığı bir Meclis'le Türkiye ne demokrasi sayılabilir, ne de iç barışı sağlayabilir. İç barışa engel yargı kararlarından bir bölümü de, PKK'nın cephe örgütü olduğu iddia edilen KCK ile ilişkili oldukları iddiasıyla, aralarında seçilmiş 6 belediye başkanının da olduğu 152 BDP üyesi aleyhindeki davada alınan kararlar. Yargılanmakta olan 152 kişinin 104'ü uzun süredir, bunların 53'ü yaklaşık iki yıldır tutuklu. Davanın bu kadar uzamasının nedenlerinden biri sanıkların birçoğunun mahkemeye anadilleri olan Kürtçe savunma yapma talebine izin verilmemesi. (Cezaevlerinde Kürtçe konuşma, seçimlerde Kürtçe propaganda yasakları kalktığı halde, mahkemede Kürtçe savunmaya izin verilmemesi, ancak yasaların özgürlükleri kısıtlayıcı bir şekilde yorumlanmasıyla açıklanabilir.) İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün (Human Rights Watch), 19 Nisan'daki duruşma öncesinde yayımladığı bildiride bir kez daha hatırlatıldığı üzere, asıl sorun Terörle Mücadele Kanunu'ndaki (TMK) terörizm tanımının muğlak ve kapsamının son derece geniş olmasından kaynaklanmakta. Yalnız KCK davasında değil Ergenekon davasında da görülen hak ihlallerinin kaynağında TMK hükümlerinin yattığı çok açık. 1991 tarihli TMK, 2003'te Kopenhag Kriterleri'ne uyum için terörizm tanımına netlik kazandırma yönünde değiştirilmişti. Ancak, 2006 yılında yapılan ikinci değişiklikle mevcut muğlak ve geniş kapsamlı tanım getirildi. TMK 7. maddedeki "terör örgütünün propagandası" kavramı terörizmin uluslararası hukuktaki tanımıyla bağdaşmıyor. Birleşmiş Milletler insan hakları özel raportörü Martin Scheinin'in daha 2006 başında verdiği raporda belirttiği üzere, uluslar arası hukuk belgeleri terörizmi "kişilere karşı ölümcül eylemler ya da ağır şiddet eylemleri veya rehin alma" ile sınırlı tutmakta. Türkiye'nin 1949'dan beri üyesi olduğu Avrupa Konseyi'nin kabul ettiği Terörizmi Önleme Sözleşmesi'ni (CETS 196) en kısa zamanda imzalayıp onaylaması ve TMK'daki terör tanımını sözleşmeye uygun hale getirmesi, "ileri demokrasi"nin vazgeçilmez gereği.
<< Önceki Haber YSK düzeltmezse, TBMM çözmek zorunda Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER