Geçen hafta Unesco konferansı için gittiğimiz Paris'te
Yavuz Baydar ile birlikte havaalanından bir
taksiye bindik.
Fransa'da
doğup büyüyen Cezayirli taksi şoförü
Muhammed, Türk olduğumuzu anlar anlamaz sohbete girdi.
Türkiye'ye,
Başbakan Erdoğan'a, Cumhurbaşkanı Gül'e ve,
evet, Türk ordusuna hayranlığını sıraladı. "Fransa Türkiye'yi AB'de istemeyebilir ama Türkiye yükseliyor, kendisi ise batıyor" dedi.
Arap dünyasında Türkiye'nin uyandırdığı (belki tümüyle hak edilmemiş) saygının çarpıcı bir örneği diye düşündüm.
Arap
halklarının işaretini
Tunus'tan alan, oradan Mısır'a sıçrayan, etkileri
Ürdün,
Suriye,
Yemen ve hatta Sudan'da hissedilen
özgürlük ve
demokrasi talebinin tetikleyicilerinden birinin de Türkiye'nin, özellikle AKP iktidarı altında kazandığı itibarın rolü olduğuna kuşkum yok.
Müslüman çoğunluklu Türkiye'de, köklerini doğuşundan itibaren meşrutiyetçi (yani temel haklarla sınırlı yönetime bağlı)
İslamcı akımından alan bir partinin iktidarı altında giderek zenginleşen, demokratikleşen,
Filistinlileri işgal ve boyunduruk altında tutan
İsrail'e karşı sesini yükselten Türkiye'nin, Arap dünyasına esin kaynağı olduğu muhakkak.
Bunu en açık şekilde ifade eden, 22 yıllık sürgünden sonra ülkesine dönen ve laikçi diktatörlük sonrası kurulacak yeni yönetimde yer alması beklenen, Tunus'un kendine özgü İslamcı partisi Ennahda'nın, özgürlükçü ve çoğulcu görüşleriyle tanınan lideri
Raşid Gannuşi oldu: "AKP İslam ile demokrasinin bağdaştığını gösterdi. Bu Tunus'ta da olacak..." (Başka bir yazıda Gannuşi'nin görüşlerini yorumlayacağım.)
Tunus ve Mısır'da diktatörlüklere karşı halk ayaklanmalarının Arap dünyasını bir çırpıda demokratikleştirmesi beklenemez. Süreç zaman alacak ve muhtemelen inişli çıkışlı bir seyir izleyecek. Ama kapı açıldı. Tunus ve Mısır'da hür seçimlerle gelen, temel hak ve özgürlüklere saygılı rejimlerin kurulması, bütün
bölge ve tüm dünya dengelerini değiştirmeye
aday.
Bölgedeki değişim ABD'yi etkileyecek. ABD'de uzun zamandır
Ortadoğu'yla ilgili esas olarak iki birbirine zıt yaklaşım olduğu söylenebilir. Neocon'lar ve İsrail lobisi tarafından geliştirilen görüş,
silah gücüyle bütün bölgede ABD'ye ve İsrail'e dost rejimlerin tesis edilmesini öngörüyordu ("Büyük Ortadoğu Projesi" diye anılan buydu). George W.
Bush yönetiminde, Irak'ın işgaliyle uygulamaya konulmak istenen bu görüş, tam bir başarısızlığa uğradı. Silah zoruyla bölgeye şekil verilemeyeceği, otokratik rejimler son bulmadıkça, Filistin sorunu çözülmedikçe bölgede istikrar sağlanamayacağı,
Amerika ve İsrail'e duyulan öfkenin dinmeyeceği görüldü.
Liberal ve demokrat eğilimli çevrelerde geliştirilen öteki yaklaşım ise, ABD'nin ve
Avrupalı müttefiklerinin otoriter rejimlere
destek vermeye son vermesini, aşağıdan yukarıya demokratikleşmeyi
teşvik eden politikalar izlemesini, diktatörlüklerin karşısındaki en örgütlü muhalefet olan İslamcı akımların demokratik sürece dahil olmalarının desteklenmesini, Filistin sorununun "iki devlet"li çözüme ulaştırılması için İsrail'e
baskı uygulanmasını önermekte. Denebilir ki hayatın akışı Obama yönetimini esasen yakın olduğu, fakat güçlü Neocon ve İsrail yandaşı lobinin etkinliği karşısında uygulamaya koyamadığı ikinci yaklaşıma daha büyük ağırlık vermeye mecbur edecek.
Mısır'a demokrasi gelmesi, otokratik Arap rejimlerinin de desteğiyle bugüne kadar Filistinlileri işgal ve boyunduruk altında tutmayı sürdürebilen İsrail için de çok ciddi sonuçlar doğurmaya aday. Aşağıdan yukarıya, halklarının baskısıyla giderek demokratikleşen Arap dünyası ile iyi geçinmek zorunda kalacak ABD ve Avrupalı müttefikleri, İsrail'i kendisi için de iyi ve doğru olan çözüme, yani Filistinlilerle barışa zorlayabilir.
Tunus ve Mısır'da açılan kapı Ortadoğu için,
Berlin Duvarı'nın yıkılmasının Doğu Avrupa için doğurduğu sonuçları doğurabilir. Sıra, mollaların vesayeti altındaki İran'a da gelebilir