"
PKK'nın gizli şehir yapılanması" olduğu iddia edilen "
Kürdistan Topluluklar Birliği
Türkiye Meclisi (KCK/TM)" ya da kısaca KCK davasında, aralarında BDP'li belediye başkanlarının da bulunduğu, 103'ü yaklaşık bir yıldır
tutuklu 151 kişinin yargılanmasına başlandı.
Sanıkların
tahliye talepleri de, savunmalarını
Kürtçe yapma talepleri de mahkemece reddedildi.
Hürriyet yazarı Ferai Tınç, davanın başladığı günkü yazısında şöyle diyordu: "Büyük çoğunluğa göre
terör örgütüne katılmak için; kendilerine göre ise
özgürlük ve halklarının kurtuluşu amacıyla dağa çıkan gençleri indirmek için yıllardır uğraşıyor bu
ülke. Ama süreç başlarken tuhaf bir şey oluyor, şehirdekiler hapislere atılıyor. Bileklerinden
naylon kelepçelerle bağlayıp sıraya sokuluyor ve resimleri çekiliyor. Sanki birileri dışarıdakilere gözdağı vermek istiyor. 'Gelirseniz sizi de böyle yaparız' diyor. Bugün Diyarbakır'da başlayacak olan KCK davası, işte tam da budur. Dağdakileri indirmeye çalışırken, şehirdekileri cezalandırmak!" (18
Ekim) Ferai Tınç, yerden göğe haklı: KCK davası işte tam da bu!
KCK davası, Kürt sorunuyla ilgili gerçekleri yeniden hatırlatmak için yeterli bir neden.
Başbakan Erdoğan hâlâ "Ne istiyorsunuz, ne talep ediyorsunuz? Ne verelim ki bunlardan vazgeçin?.. Bu ülkede
Tayyip Erdoğan hangi hakka sahipse, benim Kürt kökenli vatandaşım da aynı hakka sahip. Fark olan ne?.." diye konuşabiliyorsa, ne yazık ki hâlâ, şu hatırlatmaları yapmak gerekiyor.
Sayın Başbakan, "
Kürtler aynı haklara sahip..." söylemiyle, Türkiye'de özgürlüğü ve demokrasiyi asla hakim kılamaz, dünyanın en güçlü ülkelerinden biri olarak Türkiye idealine ulaşamazsınız. Hiç akıldan çıkmaması gereken gerçekler şunlar: Evet, Türkler ve Kürtler
Osmanlı döneminde "
İslam milleti"nin asli unsurlarıydı. Evet,
İstiklal Savaşı'nı
Anadolu ve Rumeli Müslümanları omuz omuza savaşarak kazandılar.
Türkiye Cumhuriyeti, hem Türklerin hem de Kürtlerin devleti olarak kuruldu. Ne var ki, Kürtlere verilen, dil ve kültürlerini özgürce kullanabileceklerine, kendi illerinde özerkliğe sahip olacaklarına dair sözler tutulmadı. Kürtler yok sayıldı, kültürel eritme (asimilasyon) politikası uygulandı. Bu, isyanlara yol açtı. Süleyman Demirel'e göre, PKK ayaklanması 29. Kürt isyanı. İnkar politikaları sonunda Türkiye'nin başına en büyük belayı, PKK terörünü açtı.
Evet, haklısınız; PKK bir
terör örgütü. Sivilleri, kadın ve çocukları, öğretmenleri, imamları
hedef almakla kalmıyor, kendi saflarında savaşanları dahi katlediyor. Kürtlerin kendilerini özgürce ifade etmelerini engelliyor, iradesine ipotek koyuyor. Onun için Kürt
sivil toplum kuruluşları ve Kürt aydınları giderek PKK'ya karşı seslerini yükseltiyor. Onun için İsmail Beşikçi PKK'ya, "Demokrat olmanın tek ölçüsü vardır: o da
ifade özgürlüğüdür... İfade özgürlüğü yaşama geçmeden demokrat, demokratik olamazsınız..." diyor. Onun için
Orhan Miroğlu "PKK'nın silahsızlandırılması Kürt meselesinin en önemli yanlarından biri. Kürtler dağda olduğu sürece Türkiye'de anadilde eğitim veya siyasi hak kullanma mümkün olmaz..." diye konuşuyor.
Evet, haklısınız; hükümetiniz inkar politikalarına son verdi; "
Demokratik Açılım"la Kürt kimliğinin tanınmasına doğru adımlar da atıldı. Bu şekilde Kürtlerin en az yarısının desteğini kazandınız. Ancak
açılım sürmeli. Kürtler, özel güvencelerle korunması gereken bir etnik-kültürel
azınlık; dil ve kültürlerini her alanda serbestçe ifade etmeleri üzerindeki bütün engeller kalkmalı, anayasa etnik temelde ayrımcılığa son vermeli.
PKK'nın en azından bir bölümü, silahla bir yere varamayacağını anladı; 2009 yazından beri "konuşarak çözelim, barışçı
siyaset yolunu açın" diyor. PKK'ya silahları tamamen terk etme koşuluyla barışçı siyaset yolunu açmalıyız. Bunun için gerekli yasal değişiklikleri gecikmeden yapın; elebaşıları hariç PKK militanlarına siyasi af getirin (Kılıçdaroğlu bile "varız" diyor).