Geçen salı günü
Beyoğlu Musevi Hahamhanesi Vakfı'nın, "Farklı
Kimliklere ve
Yahudiliğe Bakış Algı Araştırması"nın sonuçlarının açıklandığı ve yorumlandığı toplantı dolayısıyla, Şişhane'deki Neve Şalom Sinagogu
Kültür Merkezi'nde basın mensupları için verdiği öğle yemeğine katıldım.
Vakfın,
Avrupa Komisyonu
Türkiye Delegasyonu'nun sağladığı destekle yürüttüğü "Türk Yahudi Toplumu ve Yahudi Kültürünü Tanıtma Projesi" kapsamında gerçekleştirdiği araştırmanın başlıca sonucu, ne yazık ki, Türkiye
toplumunda örneklerine hemen her gün rastladığımız, tüm farklı dinsel ve etnik kimliklere karşı saygısızlığın (birçok başka araştırmada da görüldüğü üzere) hemen bütün kesimlerde endişe verecek ölçüde yaygın olduğu.
Türkiye genelinde 1108 kişiyle yapılan
telefon anketinde, kimlerin "komşu istenmediği" sorulduğunda, (tanrıya inanmayan) ateistlerden (% 57) sonra en istenmeyenler Yahudiler (% 42), Hıristiyanlar (%3 5), yabancılar (%18) ve farklı mezhepten Müslümanlar (% 13) olarak sıralanıyor. Türkiye Cumhuriyeti'ne bağlılıkları konusunda kuşku duyulanların başında Yahudiler (% 48) geliyor. Onları Ermeniler ve
Rumlar (% 47), ateistler (% 39),
Kürtler (% 29) ve Aleviler (% 14) izliyor. Kimlik ve kökenleri nedeniyle toplumca en çok dışlandığı (başka bir ifadeyle ayrımcılığa uğradığı) düşünülenler sıralamasında da başı çeken ateistlerden (% 37) sonra Aleviler (% 26), Yahudiler (% 25), Müslümanlar (% 22) ve Hıristiyanlar (% 21) geliyor. İlginç olan, çoğunluğu oluşturan Müslümanların da gayrimüslimler kadar dışlanmaya maruz kaldığına inanılması.
İsrail'in izlediği politikaların Yahudilere karşı olumsuz duyguları körükleyen etkenlerden biri olduğu görülüyor. İsrail-
Filistin çatışmasının genel olarak Yahudilere (% 65) ve özel olarak Türkiye'de yaşayan Yahudilere bakışı (% 51) olumsuz etkilediğini düşünenler hayli yaygın. Bu bağlamda olumlu sayılması gereken bir bulgu ise, İsrail ile Yahudiliğin birbirinden ayrılıyor oluşu. İsrail politikalarından "sadece İsrail devleti sorumludur" diyenler (% 68-74) büyük çoğunluğu oluştururken, "tüm Yahudileri" (% 20) ve "Türkiye'deki Yahudileri" (% 14) sorumlu tutanlar azınlıkta kalmakta.
Toplantıda araştırmanın bulgularını yorumlayan profesörler
Nilüfer Narlı,
Hakan Yılmaz ve Akile Gürsoy, Türkiye'de farklı kimliklere karşı tutumların ötekileştirmenin de ötesine gitme potansiyeli taşıdığının ve bu tehlikeye karşı acil önlem alınmasının hayati önemi üzerinde durdular. Uyarılarına tümüyle katılıyorum. İkinci Dünya Savaşı'nda yol açtığı yıkımı ve trajediyi yaşayan ve bu nedenle etnik milliyetçiliğin, ırkçılığın, anti-semitizmin (Yahudi düşmanlığının) ayıp sayıldığı ve ağır bir şekilde cezalandırıldığı Avrupa'da bile bugün farklı kimliklere (bu arada özellikle Müslümanlara) karşı saygısızlık ve ayrımcılığın yükseldiği bir ortamda yaşıyoruz. Bu ortamda
ırkçılık ve ayrımcılığın maalesef ne ayıplandığı, ne de cezalandırıldığı Türkiye'de sorunun ciddiyetle ele alınmasında devlete, hükümete, üniversiteye, medyaya,
insan haklarına saygılı
sivil toplum kuruluşlarına büyük sorumluluk düşüyor.
Burada bir kez daha tekrarlayacağım: Sorun, Cumhuriyet'in kuruluş döneminde, imparatorluktan ulus devlete geçiş sürecinde ve tek parti iktidarı altında benimsenen "hepimiz Türk'üz, hepimiz devletin uygun gördüğü
Sünni İslam yorumuna inanırız" şeklinde özetlenebilecek kimlik politikalarından kaynaklanıyor. Bu politikalar esas olarak eğitim sistemiyle yürütüldüğü için de farklılığa saygısızlık "laik" ya da "
dindar", az veya çok eğitimli, kentli veya diğer bütün kesimlerde yaygın olarak görülüyor. Cumhuriyet'in kuruluşundan neredeyse yüzyıl sonra, insan hakları ve
demokrasi fikrinin gerek dünyada gerekse yurtta giderek yayıldığı bir çağda, farklılığa saygısızlık telkin eden politikaları sürdürüyoruz. Bunda ısrar bizi birbirimize düşürmeye devam edecektir. Düzeltmek için uzun vadede en etkili
araç ise anaokulundan üniversiteye eğitimdir.