Dini bayramlar, dinin
toplumdaki yeri ve rolü üzerine düşünmek için de bir vesile. Önce bu konuda bilimin, yani din sosyolojisinin ne dediğini kısaca hatırlayalım.
19. yüzyıl sosyologları modernleşme (dilerseniz sosyo-
ekonomik kalkınma) ile birlikte dinin toplum hayatından silineceği, yerini bilimin alacağı konusunda hemfikirdiler. Ama dünyanın gerçekleri din sosyologlarının fikirlerini değiştirmelerine yol açtı.
Geçen yüzyılın son çeyreğinden bu yana giderek daha iyi görülen gerçekler, en modernleşmiş toplumlarda (örneğin ABD) bile dini
inançların gücünü koruduğu, dini kurumların etkisinin gerilediği yerlerde (örneğin Batı
Avrupa) dahi dine ya da doğaüstü güçlere inancın sürdüğü, bilimle din arasındaki ilişkinin bir "sıfır toplam" ilişkisi olmadığı, yani birinin kaybının diğerinin kazancı olmadığı, insanların hem dine hem bilime saygı gösterdikleri.
Şimdilerde din sosyologları esas olarak dini inançların neden hâlâ canlılığını koruduğu sorusuyla meşgul. Çoğu bunu, dünyanın artan belirsizlikleri ve güçlükleri karşısında dine olan "talep"in, bir kısmı da dini inançları yayma faaliyetlerinin, yani "arz"ın artışıyla açıklıyor. Yeni bir teoriye göre ise, dini inançlar evrim sonucu insanın genlerine işledi. (Bkz. "Evolution of the God gene",
New York Times, 15
Kasım 2009) Bu bağlamda, bilim felsefecilerinin "Tanrı var mı, yok mu?" sorusunu bilim tarafından
cevaplanamayacak bir soru olarak gördüklerini de hatırlatalım.
Sosyologlar arasında din hangisini
teşvik eder: Kalkınmayı, barışı, hoşgörüyü, dolayısıyla demokrasiyi mi, yoksa tersini mi soruları da tartışılmaya devam etmekte. Bu sorulara tek yönde cevap verilemiyor. Çünkü dinler çok farklı olduğu gibi, dinlerin birbirine zıt olabilen çok farklı yorumları da var. Bu yorumların kimi toplumu olumlu, kimi olumsuz yönde teşvik edici nitelikte. Laik yani dinle ilgisi olmayan (başta Nazizm, Faşizm ve Komünizm) ideolojilerin en az bağnaz dinsel ideolojiler kadar zulüm yaptığı, geriliğe ve
baskı rejimlerine neden olduğu muhakkak. Buna mukabil dini inanç ve kurumların otoriter-totaliter rejimlerin yıkılışında rol oynadığı görülebiliyor (
Polonya,
Myanmar). Dinsel gibi görünen
kavga ve savaşların ardında çoğu zaman dinle ilgisi olmayan,
iktidar kavgalarının yattığı da bilinen bir gerçek.
Sabancı Üniversitesi profesörleri Ali Çarkoğlu ve Ersin Kalaycıoğlu'nun Türkiye'de
dindarlığı dünya ile karşılaştıran araştırmaları medyaya yansıdı.
Araştırma, Türkiye'nin dindarlığın yaygın olduğu ülkelerden biri olduğunu teyid ediyor. Son 20 yıldır yapılan başka araştırmalardan da, Türkiye'nin öteden beri hayli dindar olduğunu ve (kimilerinin iddialarının aksine) bunun AKP iktidarının sebebi veya sonucu olmadığını biliyoruz.
Türkiye'de dini inançlar ile ilgili olarak yapılan araştırmaların ortaya koyduğu çelişkili bir bulgu, büyük çoğunluğun (son araştırmaya göre % 89) soyut olarak sorulduğunda farklı inançlara saygı gösterilmesi gerektiğini ifade etmesine karşılık, söz konusu saygıyı ölçmeye yönelik somut sorularda oldukça yaygın bir hoşgörüsüzlüğün ortaya çıkması. Türkiye'de sadece farklı inançlara değil, farklı kimliklere hoşgörüsüzlüğün çok ciddi bir sorun olduğu muhakkak. Bunun esas olarak dini inançlardan mı, yoksa laikçi-milliyetçi ("Ulusalcı") resmi ideoloji ve onu yeniden üreten eğitim sisteminden mi kaynaklandığı konusundaki tartışmaya ışık tutabilecek bir araştırmaya bugüne kadar rastlamadık.
Ama son yıllarda yaşananlar, din ve etnik temelli ayrımcılık yapan yargı kararları, ordu içindeki bir
takım odaklarca hazırlanan "
eylem planları" (hele "
Kafes"), gayrimüslimlere yönelik
cinayet ve saldırılar, devletçe üzeri örtülen gerçeklerin (6-7
Eylül 1955,
Dersim 1937-38) günışığına çıkması ve daha nicesi, iç barışı baltalayan esas etkenin hoşgörüsüzlüğü teşvik eden resmi ideoloji olduğuna işaret etmiyor mu?
Uzak olmayan bir gelecekte farklılığa saygıyı ve iç barışı hakim kılacağımız umuduyla, iyi bayramlar diliyorum.