Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül, 28 Aralık'ta düzenlenen törenle bu yıl
TÜBİTAK özel
ödüllerini kazanan bilim adamlarına ödüllerini verdi.
Sosyal
Bilimler Ödülü'nü kazanan Prof. Dr. Şükrü Hanioğlu'nun törende söylediklerine katılmamak ne mümkün: "Tarihini bilmeyen
toplum, hafızasını kaybetmiş bireyden farksızdır." Cumhuriyet'in kurucu felsefesinin bizi biraz bu hale getirdiğinin geç de olsa toplumca farkına varıyoruz. Bilim Ödülü'nü kazanan Prof. Dr. Seza Özen de şöyle konuşmuş: "Cumhuriyet'in aydınlanma devriminin yerleştirdiği kadın politikasının sonucu olarak akademik yaşamımın hiçbir aşamasında ayrımcılık yaşamadım... Ancak 2010'lu yıllarda kadın modelinin erkeğin arkasında duran, üretime katılmayan bir şekle dönüştüğünü üzülerek izliyorum."
Sayın Özen'i, kazandığı ödül nedeniyle candan
tebrik ediyorum.
Kadınların sadece üretime değil, her alanda toplum hayatına katılmalarını, gelişmişliğin temel ölçütü kabul ediyorum. Ne var ki Özen'in söyledikleri gerçeği yansıtmıyor. "Aydınlanma" fikrine bağlılığın asgari şartlarından biri, gerçeklerden hareket etmek olmalı.
Türkiye'de "kadın modeli"yle ilgili iddiası doğru değil.
Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal
Araştırmalar Merkezi BETAM'dan edindiğim bilgilere göre, nüfusun 20 bin ve üzerinde olduğu yerleşimlerde kadınların işgücüne
katılım oranı 1990-2001 arasında % 17-18'den 2002'de % 19'a, 2010'da % 24'e çıktı. Çalışan kadın sayısı 2004'te 5 milyondan, 2010'da 6,5 milyona yükseldi. Aynı dönemde
çalışan kadınlar arasında üniversite mezunlarının oranı % 14'ten 20'ye yaklaştı. Evet, gelişmiş
ülkelerle karşılaştırıldığında durum hiç iç açıcı değil, ama eğitim düzeyinin yükselmesine koşut olarak kadınların işgücüne katılımının arttığı görülüyor. (TBMM'deki kadın milletvekili oranı da, 20 yıl önce % 2 dolayından % 10'a kadar yükseldi.)
Özen farkında olmayabilir, ama başörtüsü
yasağı kadınların daha yüksek düzeyde eğitilmelerinin ve
Parlamento'da temsil edilmelerinin önünde ciddi bir engel olarak duruyor. Özen, eğer kadınların toplum hayatına daha geniş oranda katılmalarından yana ise Çankaya'da yaptığı konuşmada, tutarlılık gereği,
başörtüsü yasağının kaldırılması çağrısında bulunması gerekmez miydi? Akademik yaşamında hiçbir ayrımcılıkla karşılaşmayışından övünç duyan Özen'in başörtülü muhabir Gülizar Baki'yi zar zor üyeliğe kabul eden Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nin davranışı hakkında ne düşündüğünü öğrenmek isterdim.
En azından üniversite çevrelerinde gördüklerim, kadınların toplum hayatına katılımı açısından beni gelecek için umutlu kılmakta.
Başörtüsü yasağına rağmen Türkiye'de kadınların akademik alanda (% 40 dolayında bir oranla) gelişmiş ülkelerle boy ölçüşen bir varlık gösterdiğini biliyoruz.
Bahçeşehir Üniversitesi'nde benim mensup olduğum bölüm yakında tamamen kadın
öğretim üyelerinden oluşabilir. Başarılı öğrencilerin hemen tamamı kızlardan oluşuyor. Dostum Prof. Dr. Ümit Erol'un teorisine göre, kızlar bilgi sermayesiyle erkek-
egemen toplumla başa çıkma çabasında.
Kadınların katılımının teşviki için
kota uygulamaları iyi bir fikir. Parti Meclisi'nde % 25 kadın kotası uygulaması CHP'nin takdir edilecek bir yönü. Uzun yıllar bulunduğum İsveç'te herhangi bir yasal zorunluluk olmadığı halde, partiler arası mutabakat sonucu gerek parlamento, gerekse hükümet yarı yarıya kadınlardan oluşuyor. Kadınlar lehine ayrımcılık uygulamasında en ileri giden ülke ise (kadınların % 80'inin işgücüne katıldığı)
Norveç. 2003'te kabul edilen yasa, şirket
yönetim kurullarının % 40 kadınlardan oluşması zorunluluğunu getirdi. Bugün oran bunun da üzerine çıkmış durumda. Norveç deneyiminden esinlenen AB ülkelerinde benzer yasa tasarıları gündemde. (Bkz. International Herald Tribune Magazine, November 27, 2010.) Bence Türkiye de kadın kotalarını yaygınlaştırmalı.
Değerli okurlarım, heyecan
vaat eden bir yıla girdik. Yeni yılda sağlık ve mutluluklar dilerim.