14
Nisan çarşamba günü üç konuşma yapmak üzere
Hollanda'ya uçtum.
O
akşam uçaktan iner inmez, başkent Den Haag'a (
Lahey) geçtim ve Hollandalı akademisyenlerin kurduğu
Türkiye Enstitüsü'nün düzenlediği panelde,
Avrupa Parlamentosu üyesi Marietje Schaake ve
Ekonomi Bakanlığı'ndan Erhan Gürer'le birlikte esas olarak Türkiye-AB ilişkilerinde gelinen nokta üzerine konuştum. Ertesi akşam
Amsterdam'da,
basın özgürlüğü ve bağımsızlığını savunan Press Now adlı
sivil toplum kuruluşunun düzenlediği "Türkiye'de
Demokratik Açılım" konulu panele katıldım. Paneli
Joost Lagendijk yönetti; Nadire Mater ve ben birer konuşma yaptık.
Panele giderken televizyondan İzlanda'daki Eyjafjallajokull yanardağının patladığını ve atmosfere
duman ve kül yaydığını duydum. Beni ilgilendirecek bir haber olduğu aklımın ucundan geçmedi. Ama cuma günü sabahı bütün kuzey Avrupa'da, bu arada Hollanda'da havaalanlarının kapandığını öğrendiğimde, kaygılandım. O gün Amsterdam Zaman
bürosunun düzenlediği kahvaltıda ve akşam yemeğinde Hollanda'da yaşayan yurttaşlarla bir araya geldim; sonra da Türkiyeli akademisyenlerin kurduğu Peritus Network'ün Vrij Üniversitesi'nde düzenlediği toplantıda, kalabalık bir grup Türkiyeliye hitaben, Türkiye'deki güncel siyasi gelişmeler üzerine uzunca bir konuşma yaptım. Toplantıdan çıktığımda, uzunca bir süre Amsterdam'da kalma zorunluluğu doğabileceğini öğrenince keyfim iyice kaçtı. Öteden beri hayatın planladığımın dışına çıkmasından hiç hoşlanmam.
Sağolsunlar Zaman bürosundaki başta Mehmet Üzümlü ve Basri Doğan olmak üzere arkadaşlar, beni ve Nadire Mater'i Amsterdam'da ne kadar gerekirse o kadar süreyle
misafir edebileceklerini, hatta istersek otomobille Türkiye'ye götürmeye de hazır olduklarını söylediler. Ben, yeğenimin evinde kalıp, Zaman'ın şehrin merkezindeki bürosunda çalışabileceğimi
hesap ederek,
Viyana'ya giden trenlerden birinde bana yer bulmalarını rica ettim. Trenlerde maalesef yer bulunmadığını öğrendiğimizde, otomobille gönderme tekliflerini kabul etmek zorunda kaldım.
Zaman ailesinden, Amsterdam Üniversitesi'nde
işletme ve sosyoloji öğrenimini tamamlamak üzere olan, Hollanda dili yanında
İngilizce ve Almanca konuşan, efendilikleriyle beni hayran bırakan Nevşehirli ikizler Hasan ve Hüseyin Atasever, 1200 km'lik yolu 12 saatte katederek beni, 66. yaşıma bastığım 18 Nisan gününün akşamında Viyana'daki yeğenimin evine ulaştırdılar. O akşam Viyana'da yatıp ertesi gün öğle saatlerinde internet üzerinden "Latin Amerika'da siyasal
protesto hareketleri" konulu dersten sınava girdiler ve sonra Amsterdam'a döndüler.
Yeğenimin evine ulaşmamdan az sonra Zaman Viyana büro şefi Seyit
Arslan telefon etti. "Gözünüz aydın..." dedi. Ertesi sabah 6 itibarıyla Viyana havaalanının açıldığını, İstanbul'dan gelecek 4 uçaktan birinde bana yer bulabileceklerini söyledi. Böylelikle, o gün yazımı yazamadım, ama akşam geç vakitte eve dönebildim. Bunu mümkün kılan Hollanda ve
Avusturya Zaman ailesine ne kadar teşekkür etsem azdır. Bu ailenin bir mensubu olduğum için çok şanslıyım.
İzlanda'da intifa eden Eyjafjallajokull'un benim hayatıma etkisi, Zaman ailesi sayesinde görece katlanılabilir oldu. Amsterdam'dan Viyana'ya giderken yolda verdiğimiz molalarda Türkiye'ye kara yolundan ulaşmaya çalışan pek çoklarına rastladık. Uçakların kalkmasını Paris'te beklemeyi
tercih eden Nadire Mater ancak dün akşam yurda dönebildi. İptal edilen 80 bin uçuşun onbinlerce uluslararası yolcuya yaşattığı cefayı ise artık herkes biliyor.
Eyjafjallajokull'un yaptıklarına ne demeli? Herhalde "doğanın intikamı" demek lazım. Doğayı yakıp yıkarak, kirleterek, küresel ısınmaya sebep olarak üzerindeki hayatı tehlikeye sokan biz insanlara, doğadan bir uyarı olmalı bu. Bu uyarının dünyaya maddi ve manevi olarak ne gibi bir
fatura çıkardığının hesabının yapılması herhalde epey bir zaman alacak. Adını telaffuz edemediğimiz yanardağdan çıkarılacak dersler üzerine düşünmeye başlamanın ise tam zamanı.