Başbakan Tayyip Erdoğan'ın
İsrail'in
Gazze'de sergilediği vahşete gösterdiği tepki ve
Davos'taki panelde densizliğe ve küstahlığa verdiği
yanıt üzerine Batı basınında çıkan yorumlar o kadar ilginç ki... Bunlardan en dikkate değer bulduklarımı dikkatinize getirmek istiyorum.
Stephen M. Walt, Harvard Üniversitesi'nin ünlü uluslararası ilişkiler profesörü.
Chicago Üniversitesi'nden John Mearsheimer ile birlikte "İsrail Lobisi ve ABD Dış politikası" (2006) adlı kitabın yazarı. Bu kitap, Washington'un İsrail lobisinin baskısıyla kayıtsız şartsız İsrail'i destekleme politikasının gerek ABD'nin gerekse İsrail'in çıkarları aleyhine işlediğini ortaya koyuyordu. Walt, "Erdoğan'ın Davos patlamasının asıl önemi" başlıklı bir yorum yazdı. Özetle şöyle diyor:
İsrail'in kendisine bilgi vermeden Gazze'ye saldırmasının, aldatıldığı hissine kapılan Erdoğan'ı çok kızdırdığı belliydi. Saldırıyı sert eleştirdi, ama söylediklerinde uygar olmayan hiçbir şey yoktu. Şimon Peres'in sözleri çok daha hararetliydi ve gerçeklerle bağdaşmayan iddialar içeriyordu. "İkisi arasındaki atışmanın asıl önemi,
Türkiye'deki kamuoyu hakkında ve Ortadoğu'da demokratikleşmenin potansiyel sonuçları hakkında iyi bir fikir vermesi. Erdoğan gerçekten kızgındı, ama öfkesi Türk kamuoyunu da yansıtıyordu. Davos'taki performansının...
Mart 2009'da yapılacak yerel seçimlerde kendisine
yardımcı olması beklenebilir. Türkiye'nin İsrail'in
İslam dünyasındaki en yakın müttefiki olduğu dikkate alındığında, Erdoğan'ın tavrındaki değişikliğin İsrail için iyi haber olduğu söylenemez. Eğer Ortadoğu'da giderek artan sayıda hükümet (Batı
tipi demokrasi olup olmayacakları bir yana) halklarının iradesini yansıtır hale gelecek olursa, Washington'dan ne kadar yardım alırlarsa alsınlar, İsrail'in Gazze türü eylemleri konusunda sessiz kalmaları gittikçe güçleşecek." (
Foreign Policy, 2
Şubat)
ABD'de yayımlanan ekonomi ve istihbarat dergisi Stratfor'da 2 Şubat'ta çıkan "Erdoğan'ın patlaması ve Türk devletinin geleceği" başlıklı, George Friedman imzalı yazının geniş bir özetini
Milliyet yayımladı (5 Şubat). Bence Stratfor'da 21 Ocak'ta, yani Davos olayından bir hafta önce çıkan "Türkiye:
bölge liderliği için fırsat" başlıklı yorum çok daha dikkate değerdi. Özetle şöyle deniyordu: Türkiye'de 70 yıldır süren laik�
dindar çatışması durulmuşa benziyor. Sorun aşılmış değil, ama ülkenin uluslararası nüfuzunu artırması gereği üzerine genişleyen bir mutabakat var. Koşullar Türkiye'nin bölgenin güçlü devleti ve İslam dünyasının lideri olarak ortaya çıkmasına yol açabilir.
AB üyeliği engellendiği için, Türkiye dikkatini sınırdaş olduğu öteki bölgelere çevirmekte. Arap halkları Türk liderlerin kendi liderlerinden çok daha yetkin olduklarını düşünüyor. Erdoğan'ın Gazze saldırısına tepkisi Arap ruhu üzerinde derin bir etki yaptı. Aslına bakarsanız Arap rejimleri bile
İran'a karşı bir denge unsuru olarak Türkiye'nin artan nüfuzuna belirli ölçüde olumlu bakabilir.
Türkiye'nin İslam dünyasının liderliğini üstlenmesi, otomatik olarak İsrail ve Batı ile ilişkilerine zarar vermez. AKP hükümeti İsrail ve Batı ile olan yakın ilişkilerinin nüfuzunu Ortadoğu'ya ve İslam dünyasına yaymasına imkan vereceğinin bilincinde; iki dünya arasında
köprü olmak istiyor. İsrail'i sert eleştirmesinin nedeni de bu. Aslına bakarsanız Batı ve İsrail de, İslam dünyasına İran ya da Arap devletlerinin değil Türkiye'nin liderlik etmesini birçok bakımdan
tercih eder.
AKP ile TSK arasında belirli bir uzlaşma sağlanmış görünüyorsa da gerginliğin aşıldığı söylenemez. Ancak TSK'nın Ankara'nın nüfuzunu genişletmesine karşı olduğu söylenemez. Ne var ki, TSK, Arap dünyasıyla ilişkilerin artmasını kaygıyla izliyor. Dolayısıyla koşullar Türkiye'nin Arap/İslam dünyası, dolayısıyla uluslararası ilişkilerdeki etkinliğinin artması için giderek olgunlaşmakta ise de, ülkeyi yeniden iç istikrarsızlığa sürükleyebilecek güçler yok değil.
ABD'de Türkiye'yi dikkatle izleyen çevreler olan biteni işte böyle görüyor.