Dün
Türkiye Cumhuriyeti'nin 87. kuruluş yıldönümünü kutladık. Bu vesileyle, eğer benim gibi CHP'nin yönetimde olduğu bir belediye sınırları içinde yaşıyorsanız, "Cumhuriyet aydınlatıyor...
Aydınlık yarınlara..." ve benzeri sloganlar içeren afişlerle sık sık karşılaştınız.
Hele bir Cumhuriyet gazetesi okuru iseniz, "Aydınlanma" belki en çok rastladığınız kavramların başında gelecektir. Ben de
Cumhuriyet Bayramı dolayısıyla bu kavram üzerine yazmanın iyi bir fikir olabileceğini düşündüm.
Batı düşünce tarihinde 18. yüzyıl Aydınlanma Çağı olarak anılıyor. Bu çağda bir dizi düşünür, gelişen bilimin bulguları ışığında geleneksel kurumları, gelenekleri ve ahlakı, bu bağlamda da dini inançları ve kilisenin otoritesini (kısaca statükoyu) eleştirel bir
sorgulamaya tabi tuttu. Aklı ve bilimin bulgularından yararlanarak kurulu düzeninin, statükonun,
egemen kurum ve fikirlerin (ideolojinin) sorgulanmasına, (dilerseniz, eleştirel akılcılığa) ilişkin değerler muhakkak ki Aydınlanma Çağı'nın bir mirasıdır.
Ama "Aydınlanma"nın yegane mirası bu değildir. Aydınlanma Çağı, aynı zamanda, insanoğlunun aklını, mutlak ve tartışmasız doğrular bütünü olarak kabul edilen bilimi ve onun ürünü olan teknolojileri kullanarak doğayı ve
toplumu kendi tercihleri doğrultusunda şekillendirerek, dünyayı giderek daha iyi, daha ileri, daha uygar bir yer haline getirebileceği (diyelim ki, toplum mühendisliği) düşüncesinin de kaynağıdır. Denebilir ki, Ortaçağ'dan 20. yüzyıla kadar uzanan "Modern Çağ"a damgasını vuran, esas olarak Aydınlanma Çağı'nın bu iki mirası olmuştur.
Aydınlanma Çağı'nın ikinci mirası olan, kabaca "toplum mühendisliği" diyebileceğimiz yaklaşımın "toptancı" (dilerseniz
devrimci) yorumları, vahim sonuçlar verdi. Bunlardan bir bölümü Karl Marx'ın toplumun gelişme kanunlarını keşfettiği fikrinden hareketle "tarihin ebeliği"ni yaptıklarını iddia eden Marxist-Leninist partiler öncülüğünde kurulan totaliter rejimlerin (komünizmin) yol açtığı
felaketlerdir. Başka bir bölümü de, yine bilimi kullanarak üstün ırkı/milleti egemen kılma fikrine dayanan Nazizm, faşizm ve benzeri totaliter ve otoriter rejimlerin yol açtığı felaketler. Denebilir ki, bilimi-teknolojiyi kullanarak doğaya hakim olma ve onu kendi amaçları için sömürme hırsı da, küresel
ısınma ve iklim değişikliği ile 21. yüzyılda yeryüzünde hayatı tehdit eder hale geldi.
Aydınlanma'nın ikinci mirasının (toptancı toplum mühendisliğinin) insanlığın başına açtığı felaketlerin geride bırakılması, önemli ölçüde Aydınlanma'nın birinci mirası (eleştirel akılcılık) sayesinde mümkün olmuştur. Eleştirel akılcılık, yapılan yanlışların görülmesini sağlamakla kalmamış; bütün toplumların zorunlu olarak aynı yolu izleyeceklerine dair düşünceyi sorgulayarak Post
modern ya da Modernlik-sonrası Çağ'a geçişin kapısını aralamıştır.
Eğer 17. yüzyıla kadar uzanan geleneksel (modernlik-öncesi) çağın egemen ideolojisi din idiyse, 20. yüzyıla kadar uzanan modern çağın egemen ideolojisi bilim oldu. Nasıl 18. yüzyılda din ve dinsel kurumlar eleştirel sorgulamaya tabi tutulduysa, 20. yüzyılda da yerleşik (pozitivist, mutlak, şaşmaz) bilim anlayışı eleştirel sorgulamaya tabi tutuldu. Bu sorgulama sonunda bilimin ancak aksi gösterilene kadar geçerli teorilerden oluştuğu, evren hakkında bilgilerimiz ilerledikçe gerçekte ne kadar az bildiğimizin ortaya çıktığı anlaşıldı. Böylelikle girilen Postmodern Çağ, dinin ve bilimin ayrı alanları olduğunu; dinin bilime, bilimin de dine saygıyla yaklaşması gereğini telkin ediyor.
Karmaşık meseleleri basite indirgemenin getirdiği sorunların farkındayım. Ama en azından "Aydınlanma"nın tek bir mirası olmadığının, en azından iki yüzü olduğunun bilincinde olunması gerekir. "Aydınlanma"nın sahip çıkılması gereken mirası, eleştirel akılcılıktır. Fakat ne yazık ki ülkemizde her gün "Aydınlanma" diye tutturan çevreler, eleştirel ve sorgulayıcı akla sırt çevirmekte.