Türkiye'de asker-
sivil ilişkileri üzerine çalışan
siyaset bilimcilerden biri olan
Bilkent Üniversitesi
öğretim üyesi Prof. Dr. Ali Karaosmanoğlu, geçenlerde Today's Zaman'dan Yonca Poyraz Doğan'a bir
mülakat verdi.
Söz konusu mülakatta Karaosmanoğlu, şunları söylüyordu: "Türkiye'nin siyasi-askeri kültürü otoriter ve militarist olmaktan çıkıp askerin sivil otoriteye tabi olduğu demokratik kültüre doğru dönüşüyor. Bu, iniş çıkışlı bir süreç. Ne var ki, günlük olaylar,
demokratikleşme yönündeki genel eğilimi gölgelemiyor." ("
Time for military to respect democracy/
Askerin demokrasiye saygı gösterme zamanı," 2
Kasım)
Prof. Karaosmanoğlu'nun (tümünü okumanızı
tavsiye edeceğim) görüşlerine katılıyorum. Ben de Türkiye'nin demokratik normalleşmeye, yani asker ile siyaset arasında
duvar çekmeye doğru ilerlediğine dair artan bir iyimserliğe sahibim. En son Türkiye'de militarizmin her türlüsünün
çökme sürecinde olduğuna dair yazımda buna değindim (31
Ekim). Elbette ki bu süreç, Batı demokrasilerinde olduğu gibi, sıradan yurttaşların
Genelkurmay Başkanı'nın adını dahi bilmediği gün tamamlanmış olacak. Oraya varmak için daha zamana ihtiyacımız var. Ama bu yolda ilerliyoruz. Askerin kendini devletin ve milletin sahibi olarak görmesine yol açan eğitimine rağmen, bu nasıl mümkün oldu?
12
Eylül askeri yönetiminin getirdiği anayasa ve yasalarla, son sözün askeri otoriteye ait olduğu, bürokratik
vesayet altında çok partili düzen pekiştirildi. Ama aynı 1980 yılının 24 Ocak'ında alınan kararlarla ekonomide liberalleşme ve dışa açılma süreci başladı. Ekonominin giderek globalleşmesinin, 1995'ten sonra artan ölçüde AB ile bütünleşmesinin, askeri
darbelerin "altyapısı"nı giderek ortadan kaldırmış olduğu muhakkak. Bunun içindir ki 1995'ten sonra askeri darbelerin yerini dolaylı askeri müdahaleler (28
Şubat, e-
muhtıra), yargı darbeleri (RP'nin kapatılması) ve yargı darbesi girişimleri (AKP'ye
kapatma davası) aldı. Normalleşme yolunda ikinci bir etken, şüphesiz ki, 1999'da başlayan AB'ye
katılım sürecidir. (AB bu süreci kararlılıkla
desteklemiş olsaydı, normalleşmede daha hızlı ilerleyebilirdik.) Obama yönetimiyle birlikte ABD'nin Türkiye'de sivilleşmeye kararlı destek vermesi, dış konjonktürün getirdiği başka bir yardımcı unsur.
Normalleşmeye doğru ilerleyişte, bana göre bütün bunlardan daha önemli olan, aydınların 1990'lardan itibaren geliştirdikleri liberal-eleştirel söylemin militarizmin her türlüsüne karşı verdiği mücadeledir. Eğer bugün, "iddia edilen"
Ergenekon örgütü ya da "
eylem planı" ile anılan cuntacılar başarılı olamamışlar ise, bunun esas nedeni demokratik yoldan seçilmiş parlamentoya ve hükümete saygı gösterilmesini isteyenlerin gerek sıradan yurttaşlar, gerekse askerler arasında hakim eğilim haline gelmiş olması. Geçenlerde (10 Ekim) yazdım: Yaşayan en ünlü siyaset bilimcilerden Richard Rose'un yaptığı araştırmaya göre, ezici çoğunluk (% 85) ordunun Türkiye'yi yönetmesini istemiyor. Bu konuda üç büyük partinin seçmenleri arasında geniş bir mutabakat var (AKP % 89,
CHP % 85, MHP % 80).
Normalleşmeye doğru gittiğimizin dikkate değer göstergelerinden biri, "
Darbe Günlükleri"nde aktarılan, 2003-2004 döneminde generallerin büyük çoğunluğunun darbe fikrine karşı çıkmaları olgusu. Kuşku yok ki, gelinen noktayı en veciz bir şekilde Genelkurmay eski Başkanı
Org. Hilmi Özkök ifade etti: "TSK personelinin ulaştığı entelektüel seviye;
haberleşme teknolojisindeki evrim; demokraside ulaşılmış olan aşama; politik,
ekonomik ve diğer milli güç unsurlarındaki gelişmeler; TC'nin gittikçe artan uluslararası kurum ve kuruluşlara katılımı; sivil
toplum kuruluşları ve diğer sivil güç unsurlarındaki artış ve
gelişim; önceki olaylardan alınan dersleri oluşturma tekniklerindeki gelişmeler, darbeler devrini kapatmıştır. Yakın gelecekte Türkiye, her işin, onu yapması gerekenlerce yapılacağı bir
ülke olacaktır." (
Hürriyet, 21.03.09)