Türkiye uzun zamandır “tek parti iktidarı”nın istikrar,
koalisyon hükümetlerininse “istikrarsızlık” olduğu fikrine alıştırılmak isteniyor. Bu nedenle önümüzdeki genel
seçimlerden bir koalisyon çıkma ihtimalinden genellikle bir “kâbus” gibi söz ediliyor. Ama bunun bir ileri aşaması daha var: Normal şartlarda 2012’de
halkın seçeceği
cumhurbaşkanıyla, devletin zirvesinde bir koalisyonla tanışabiliriz. Batılılar buna “cohabitation” (okunuşu kohabitasyon) diyorlar ve bunun ilk örneği yarı
başkanlık sisteminin olduğu
Fransa’da 1986 yılında yaşandı. Sosyalist Parti lideri François Mitterrand 1981’de cumhurbaşkanı seçilmişti ve kendisi gibi sosyalist olan hükümetle uyum içinde Fransa’yı yönetiyordu. Fakat 1986 genel seçimlerinden sağın lideri
Jacques Chirac zaferle çıkınca Fransa “cohabitation” kavramıyla tanıştı. 1988’de Mitterrand yeniden cumhurbaşkanı seçilince
ülkeyi
erken genel seçimlere götürdü ve sosyalistler yeniden hükümet kurunca “cohabitation” bitti. Fransa daha sonra 1993-1995 ve 1997-2002 arasında iki ayrı “cohabitation” daha yaşadı ve devletin zirvesindeki koalisyonua alıştı ve bir ölçüde de benimsedi.
Erken başlayan seçim kavgası
Acaba bizde de benzer bir ihtimal söz konusu olabilir mi? Öncelikle bu tartışmanın “erken” olduğunu ileri süreceklere, Vatan’ın dünkü manşetini hatırlatırım. Cumhurbaşkanı Gül’ün bazı güncel siyasi tartışmalar hakkında kimi görüş ve önerilerinin Baş
bakan Erdoğan’a yakınlıklarıyla tanınan bazı isimler tarafından eleştirilmesinin ekseninde ilerideki cumhurbaşkanlığı seçimlerinin yer aldığı ileri sürülebiliyor. Öte yandan
Saadet Partisi Genel Başkanı
Numan Kurtulmuş, bazı çevrelerin cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesini engellemek istediği uyarısında bulunup son günlerdeki birçok gerginliği bu niyetle ilintilendiriyor. Kurtulmuş pek haksız sayılmaz zira cumhurbaşkanının halk tarafından seçilecek olması siyasi rejimimiz açısından
küçük çaplı bir devrim olarak nitelendirilebilir ve düne kadar bu fikre sıcak bakan bazı kesimler dahil, kimileri bu devrimin doğurabileceği sonuçlardan telaşa kapılmış olabilirler.
Bu muhtemel sonuçlardan biri “cohabitation”, yani devleti zirvesinde koalisyondur. Daha koalisyon hükümetlerine sıcak bakamayanların zirvede doğabilecek bir iki iktidardan ürkmesi pekala anlaşılabilir. Şöyle ki, normal şartlarda ülke önce genel seçimlere gidecek ve buradan tek başına veya koalisyon şeklinde bir hükümet çıkacak. Bundan yaklaşık bir yıl sonra yapılması öngörülen cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kazanmak için geçerli oyların yarıdan bir fazlasını almak gerekecek. Doğal olarak bu seçimlerde muhalefetteki partilerin blok halinde hareket edip ortak bir adayı Köşk’e yollamaları hayli yüksek bir ihtimaldir.
Önceki benzer örnekler
Türkiye’de daha önce de cumhurbaşkanlarıyla başbakanların ayrı parti ya da siyasi zihniyetten geldikleri oldu: Turgut
Özal-Süleyman
Demirel;
Süleyman Demirel-Necmettin
Erbakan;
Ahmet Necdet Sezer-
Abdullah Gül ve Sezer-
Tayyip Erdoğan örneklerini verebiliriz. Hatta Özal’ın kendi partisinden
Başbakan Yıldırım Akbulut, Demirel’in de aynı şekilde Başbakan
Tansu Çiller ile anlaşamadıkları durumlar da yaşandı. Fakat bu cumhurbaşkanları
TBMM tarafından seçilmişlerdi ve yetkileri kullanırken bu gerçeği hep göz önünde tutmaları gerekiyordu.
İşte yetkileri aynı kalsa da Türkiye ilk kez meşruiyetini doğrudan halktan alacak bir cumhurbaşkanı seçecek. Bunun bir nevi “yarı-
başkanlık sistemi” görüntüsü yaratması hiç şaşırtıcı olmayacak. Ve
seçmen eğer o anki başbakanın partisinden olmayan, hatta ona
muhalif bir ismi Çankaya’ya çıkarırsa (örneğin Erdoğan başbakan,
Baykal cumhurbaşkanı veya tersi...) biz de Fransa gibi “cohabitation”la tanışmış olacağız.
Fransa’daki ilk cohabitation dönemini hatırlıyorum da bunu “dünyanın sonu” gibi sunmaya çalışanlar, ilk başlarda peş peşe yaşanan krizlerle haklı çıktıklarını ilan etmeye kalkarken, bir süre sonra yanıldıkları ortaya çıkmıştı. Kimbilir belki de Türkiye’nin de aradığı böyle bir koalisyondur!