“Bir ben var bende, benden içeru” diyor ya
Yunus Emre;
Türkiye Cumhuriyeti içinde de kaç cumhuriyet var acaba?
Askere genel
mahkeme yolunu açan yasayı iptal eden AYM kararından sonra,
Genelkurmay Başkanı’nın gizli
kayıt konuşmalarındaki “izin vermesem nah girerlerdi” sözlerinden sonra…
Ülke içinde ayrı bir
yönetimmiş gibi hareket eden bazı kurum ve kuruluşları görünce; insanın aklına ister istemez, “Kaç tane cumhuriyet var bu
ülkede?” sorusu geliyor.
Cumhuriyet derken, bir zamanlar çokça konuşulan “Birinci Cumhuriyet”, “İkinci Cumhuriyet” tartışmaları değil; kurumsal, müstakil yapıları kast ediyorum.
T.C.’nin kuruluşundan başat rol oynayan, hatta ilk başlarda TC ile bire bir örtüşen TSK bu konuda kendine has bir yapı olarak kaldı.
İhtilal dönemlerinde adeta bir med-cezir olayında denizlerin şehir merkezine kadar taşması gibi, onun yönetim alanı bazen bütün ülke yönetimini kapsadığı, yuttuğu oldu. Bazen de suların çekilmesiyle asli çekirdeğine, yatağına çekildi. Fakat daima asli havzasını, müstakil yönetimini korudu.
Bir malumu ilan bunlar.
Anayasan varsa, yürütmen varsa.
Yargının üstüne yargı da olamıyorsa... Daha ne olsun..?
TC.’miz, KKTC’miz var… Ama bir bunlar değil ki bizde.
FBC’miz, yani “
Fenerbahçe Cumhuriyeti”miz bile var..!
Paşalarımızın çoğunun Feneri desteklemesi de ona ayrı bir güç katıyor canım. Fenerli okuyucularımız alınmaya, başka anlamlar çıkarmaya çalışmasınlar lütfen. Bu satırları da, eski bir Fenerli olarak yazıyorum. Sevgili babam, aklım ermeye başlayalı beri sadık bir Fenerlidir ve ona hürmeten Feneri tutmaya başlamıştım ben de, o aklım ermeye başladığı demlerden beri…
Fakat hiçbir zaman fanatik olmadım, futbola bile ilgili değildim ki. Hiçbir zaman da Fenerin ilk 11’ini sayabilecek kadar da bilgi birikimim oluşmadı. Bir noktadan sonra da bıraktım tutmayı; “Ne olacak bu Fenerin hali?” diye sorup duranları gördükçe. “Ne olacak bu memleketin hali, ne olacak bu ordunun hali…” diye yeterince kaygılanacak husus varken…
Şimdi, yurtdışında hangi Türkiye kökenli
takım maç yaparsa onu tutuyoruz. Bir
Avrupa takımıyla maç yapıyorsa
Beşiktaş, Beşiktaşlıyım, Galatasaraysa Galatasaraylıyım, Gaziantepsporsa hakeza.. Burada Türkiye’den gelen insanlarımız var, onların takımlarını tutuyorum şimdi, yani; Konyasporluyum, DalKurdluyum, Süryanisporum, Asurisporum…
NEDİR CUMHURİYET?
Neyse, konumuza gelelim.
Cumhuriyet’e; bir milletin, bir topluluğun kendi kendisini yönetmesi diyebiliriz. Gerçi Cumhuriyet için okullarda, “Başta devlet başkanı olmak üzere, devletin başlıca temel organlarının belli aralıklarla yinelenen seçimlerle göreve getirildiği bir yönetim biçimi” yorumu yapılmaktadır ama herkesin, her rejimin de bir cumhuriyet anlayışı var. Bir zamanlar Rusya’da Komünist Parti’nin tek başına yönettiği sistemin adı da Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği idi.
İran İslam Cumhuriyeti’nin ayrı bir yaklaşımı var. Saddamlı
Irak yönetiminde ya da diğer
Ortadoğu ülkelerinde de adı ‘Cumhuriyet’ olan yönetim tarzları var.
29
Ekim 1923’de kurulan T.C. (
Türkiye Cumhuriyeti) de kendine has bir yapı arz ediyordu.
Ordu kökenli kurucuların çekirdeğini oluşturduğu
CHP (
Cumhuriyet Halk Partisi) 1950 yılına kadar tek parti olarak ülkeyi yönetmişti. 50 sonrasında baskılara daha fazla dayanamayarak çok partili sisteme geçilmiştir. Halkın büyük teveccühü ile üst üste 2 dönem iktidara gelen DP’ye sonunda kanlı bir şekilde ‘fazla oldun sen’ denildi.
Değil mi ama şimdi;
‘Köylü milletin efendisi’dir ama efendi efendi yerinde oturduğu zaman anca…
Öyle oy verip de başa başka birilerini, kendisini adam yerine koyanları seçmeye başlayınca, işin rengi değişmişti.
Hatta o zamanlar “Cumhurbaşkanını
halk mı seçse” diye tartışılırken, resmi zevattan birileri:
“Yahu bu işi millete bırakırsanız, gider ya Bediüzzaman’ı seçer, ya da ona saygı duyan bir hocayı (Ali Fuat Başgil) seçer” demiş ki, olayı çok güzel özetliyor…
Ha sonra bürokratik parti’ye alternatif olarak farklı bir taktik sahneye sürüldü. Demokrat Parti’nin “halktan”lığı damarından girilerek “Binaleh; benim
köylüm, benim işçim, benim çiftçim” söylemleriyle başa geçen ve bu siyasi hareketi derin militarist yapıya angaje ettirildi.
BU ANAYASAYLA BÖYLE CUMHURİYET
İhtilalcıların, darbecilerin iradesiyle inşa edilmiş 82 Anayasası öyle iç dinamikler koydu ki, bazı kurumlar kendi içerisinde müstakilleşmeye, Cumhuriyet içinde ayrı bir cumhuriyet gibi hareket etmeye başladı.
Bu yapıların kendi yasaları, kendi tebaası, kendi kurumları var. Denetimden uzak,
hesap sorulamaz, içinde de dışa karşı da bağımsız.
Bağımsız ama yansız değil.
Yargı dersen, kendi mahkemeleri var. Ya da kendileri mahkeme başlı başına.
Anayasaları ki kendi ürünleri. Yani yasama olayı da temelden hallolmuş vaziyette.
Yürütme desen, istedikleri kararlarını yürütüyorlar,
itiraz etmeye kalkana, yaklaşanı da ülkeyi dar ediyorlar. Bazı parti ve siyasiler de bu değirmene su taşıyıp duruyorlar.
T.C’nin, Cumhur’un, yani halkın idaresi olması için de halkın iradesine saygı duymalı ve halkın seçtiklerinin,
sivil iradenin yönetiminde bir devlet yapılanmanın olması gerekiyor. Bunun için de öncelikle ihtilal anayasası olan bu 82 Anayasası’nın acilen değişmesi lazım.
Evrensel hukuk normları çerçevesinde hazırlanacak, temel hak ve özgürlerin kanallarını açacak, bireyi yüceltecek ve özgürleştirecek bir anayasa… Belli kurumların halk üzerinde denetim ve baskısını muhkem kılan bir anayasa değil…
Hani ülkenin bölünme tehlikesinden dem vuruyor ya birileri; iyi de birileri bu ülkeyi belli erk bölgelerine ayırırsa, ülke fiilen bölünmüş olmuyor mu? Böyle parçalı bir yönetim altında da halk tabakalarına bu ülke dar ediliyorsa bir de… Kendisini huzursuz hisseden halk toplulukları da çareyi ya ülkeyi terk etmede bulacak, ya da kalıp bulunduğu bölgede yaşanılır alanlar oluşturma kavgasına girişecek. Bu da birliği dinamitler.
Çözüm;
Herkesin huzur içinde, kardeşçe yaşayabileceği saygın ve tek bir Cumhuriyet. Bazı “Cumhuriyet ağaları”nın işine gelmeyecek ama bu ülkenin kurtuluşu da burada. O yüzden de,
Ağalar, paşalar; azıcık bir toparlanın da millete yer açılsın..! (21
Şubat 2010)
[email protected]