Dışişleri Bakanı
Ahmet Davutoğlu,
Makedonya gezimizin ikinci gününde sabah sohbetimize başlarken, Makedonya’daki iç savaşın 2001 yılında sonuçlanmasını sağlayan Ohri anttlaşmasının bazı maddelerine dikkat çekti. Bu
anlaşma, her etnik topluluğa devlet kademesinde temsil imkânı sağlamıştı. Makedonların yanı sıra, Arnavutlar, Türkler ve
Romanlar bu temsil olanağından yararlanıyorlardı. Her etnik grup, kendisinin çoğunlukta bulunduğu, temsil edilebildiği bölgelerde ve mekanlarda, ait olduğunu hissettiği ülkenin, ulusun bayrağını da kullanabiliyordu.
Türkler, Türk bayrağını, Arnavutlar
Arnavutluk bayrağını kullanırken, Romanlara da
Hindistan bayrağı uygun görülmüştü. Romanların, Hindistan kökenli olduğuna inanıldığı için böyle bir yol başvurulmuştu. Şimdi değişik etnik kökenlerden gelen milliyetler bu anlaşma ile barış içinde yaşıyorlar. Herkes birbirinin kimliğine, varlığına saygı gösteriyor. Barış bunun üzerinden anlam kazanıyor.
***
Makedonya gezimiz bir yıldırım hızıyla geçti. Ülkenin güneyinden başlayıp kuzeyine doğru uzun bir
yolculuk yaptık. Gostivar, Türklerin en yoğun olarak yaşadığı vilayet. Burada yüzde 10 bin civarında bir Türk topluluğu her türlü kimlik hakkından yararlanarak yaşamını sürdürüyor. Gostivar’daki
Mustafa Kemal Atatürk ilkokulunu gezdik.
Burada eğitim
Türkçe yapılıyor. Dersler asıl olarak Türkçe. Bunun yanı sıra Arnavutça ve Makedonca da öğretiliyor. Türk televizyon kanallarının yaygınlaşmasıyla bu yöredeki insanların Türkçeleri
Türkiye Türkçesinin bir parçası haline gelmiş. Zaten buradaki ailelerinin hemen hepsinin Türkiye’de akrabaları var, İstanbul’da, Bursa’da evleri olan, Türkiye’nin sahil kentlerinde yazlıkları bulunanların sayısı da yabana atılmayacak kadar çok.
Türkçesi Kalkandelen, Makedoncası Tetovo olan kentteki Harabati Baba türbesi çok etkileyiciydi. Geniş bir mekân üzerine kurulu bu Bektaşi Tekkesi uzun yıllar müze, otey ve
restoran olarak kullanılmıştı. Son yıllarda Bektaşi Dervişleri bu Tekkeyi 16. yüzyıldaki kuruluş amacına uygun hale getirmişlerdi. Bakan Davutoğlu daha önceki ziyaretleri sırasında Tekke’nin uzun boylu, uzun sakallı, yakışıklı dedesiyle iyi dost olmuştu. Bu kentteki Alaca camiine Bakan’ın geleceğini duyan Türkler büyük kalabalıklar halinde toplanmışlardı. İçi dışı işlemeli bu cami etkileyiciydi.
***
Bakan Davutoğlu’yla ABD başta olmak üzere son dönemde bazı Batılı ülkelerle olan gerginliğin nasıl ilerleyeceğini konuştuk. İsveç’le yükselen gerginlik inişe geçmişti. Büyükelçi önümüzdeki günlerde Stockholm’e dönüyordu. Peki ABD ile neler olacaktı? İşte bu noktada durum biraz karışık görünüyordu. Her yıl, 1915
Ermeni Tehciri’nin yıldönümü olarak kabul edilen 24
Nisan tarihi ABD ile Türkiye arasında bir lobiler savaşına dönüşüyordu. Türkiye, kıl payıyla da olsa ‘soykırım’ kararı aldırtmadan bu günü şimdiye kadar aşabildi. Bu kez büyük bir olasılıkla sıyrıklarla da olsa karar engellenebilir gibi görünüyor. Tabii bir garanti yok. Bu kâbus o güne kadar ve her yıl nisan ayında sürecek gibi görünüyor.
Davutoğlu ‘adil
hafıza’ çağrısında bulunarak, ‘Bizi de anlayın’ diyor. 1910 tarihinden itibaren başlayarak Osmanlı’nın yaşadığı travmaya dikkat çekiyor, Türklerin
Balkanlardan göçünün,
Sarıkamış felaketinin de bir acı olarak hesaba katılması çağrısında bulunuyor. “Biz onların acılarını anlıyoruz, onlar da bizimkini anlamalı.”
Davutoğlu’na,
protokolün kaderini sorduk? “Protokol artık tarihi bir belgedir. Bundan geri dönüşü mümkün görmüyorum. Ancak sınırların açılması konusunda belli bazı mesafelerin alınması gerekiyor” cevabını verdi.
Benim Davutoğlu’nun anlattıklarından çıkardığım yorum şu: Türkiye-
Ermenistan, Ermenistan-
Azerbaycan sınırı belki de de birlikte açılabilir. Bu bugün olmasa bile yarın mümkün olabilir. Ancak sorunun kısa vadede daha çok sıkıntılar yaratacağı da bir gerçek.
Dünkü yazımda
Dışişleri Bakanı’nın Makedenoya’da camilerin bazılarının durumuna bakarak gösterdiği bir tepkisini aktarmıştım: “
Kilise kilise olarak kalmalı, cami cami olarak,
saat kulesi de saat kulesi olarak...” Davutoğlu’nun bu sözleri ifade ettiği saatlerde Türkiye’de bir haber dikkatimizi çekti. Bundan böyle Van’daki Aktamar Kilisesi’ne senede bir gün
ibadet izni verilmişti. İyi de neden bir gün? Neden Aktamar Kilisesi’nin haç işareti hâlâ yerine takılamıyor?
Sorular soruları takip etmeye devam edecek. Dönüp,
Kürtçe konusunda hala
Kürtlerin kimlik taleplerini reddeden anlayışa geliyorum. Retçilere Makedonya’yı, Balkan ülkelerini gözlemeleri, araştırmaları çağrısında bulunuyorum.
Başkasına
demokrasi dersi vermek, insanlık çağrısında bulunmak kolay. Bu konuda asıl önemli olan kendi hatalarımıza karşı cesur ve eleştirel yaklaşabilmek, kendi hatalarımızla yüzleşebilmek.