12
Eylül 1980 askeri darbesiyle birlikte
Demirel-Ecevit ikilisi sahneden inmişti. O dönemde tek TV kanalı TRT’ydi. Reşat(Çalışlar) iki yaşını biraz geçmişti. TV’den bu iki siyasi liderin yokoluşunu fark etmiş ve merakla şöyle sormuştu: “Demirel-Ecevit dizisi ne oldu?”
Türkiye’de
iktidar partisi liderleri ile ana muhalefet partisi liderleri her dönemde bir dizi ikilisi gibi oldular. Son ikili Erdoğan-
Baykal’dı. Bu ikiliden Baykal düştü. Şimdi yeni ikilimiz Erdoğan-Kılıçdaroğlu. Bundan böyle bir süre TV’lerin ana haberlerindeki
yeni dizi kahramanları onlar olacak.
***
Siyaseti Erdoğan’la gerginlik üzerinden götürmek, herhalde Baykal’ın en kökleşmiş alışkanlığıydı. Baykal’ın yeni düşünceler ve yeni
siyasetler üretmektense hükümetin her yaptığını engellemeye ve karalamaya yönelik bir negatif dilde ısrar ettiğini reddedecek çok az insan vardır. Tabii, bu dil,
Tayyip Erdoğan’ı da etkilemiş(belki Edoğan da böyle bir dili sevmişti) ve siyasi tartışmaların olağanüstü bir gerginlik temeli üzerine kurulu olmasına ülkece alışmaya başlamıştık.
Baykal,
demokrasinin dilini değil milliyetçiliğin ve militarizmin dilini öne çıkarmıştı.
Kimlik talepleri temelinde yeni bir demokrasi anlayışının karşısında durmuştu. Bu negatif dil, aslında Baykal liderliğindeki
CHP’nin siyasi duruşunun
doğal sonucuydu.
Kılıçdaroğlu’nun, Baykal’ın negatif dilinden uzaklaşıp uzaklaşmayacağı konusunda henüz elimizde net bir gösterge yok. Kılıçdaroğlu’nun Baykal’dan farklı neler söyleyeceğini,
Kürt sorunu,
Avrupa Birliği,
Alevi sorunu, Ermenistan’la ilişkiler,
Kıbrıs sorunu, düşünce ve örgütlenme özgürlüğü gibi temel konularda hangi yeni siyasetlerle halkın karşısına çıkacağını henüz söyleyemiyoruz.
Bütün bu temel alanlarda yeni bir siyaset ortaya koyabilecek mi, yoksa geçmiş siyasetlere mahkum mu olacak, onu önümüzdeki dönemde göreceğiz...
***
Tabii, Kılıçdaroğlu’nun neyi nasıl yapacağı, yalnızca kendi duruşuyla şekillenmeyecek. Erdoğan’ın kullanacağı üslup ve sergileyeceği yaklaşım da, siyasetin yeni aktörünün izleyeceği yolu etkileyecektir, yönlendirecektir.
Bu yazıyı yazarken
Kemal Kılıçdaroğlu’nu dinliyorum... Konuşmasının esasını daha çok
ekonomik alanlar üzerine kurmuş olduğu dikkatimi çekiyor. Sosyal haklar konusunda vurgular yapıyor. Türkiye’deki temel siyasi kamplaşmayı oluşturan sorunlar konusunda ise net bir dil kullanmıyor.
Kılıçdaroğlu, göründüğü kadarıyla, büyük oranda,
yoksulluk, yolsuzluk gibi kavramlar üzerinden bir muhalefet geliştirmeye çalışacak. Tabii bu konular muhalefet edebilmek için önemli. Kılıçdaroğlu’nun bu noktalarda Baykal’dan daha net bir üslup kullanmasını belirleyici önemde bir gelişme olarak yorumlayanlar olacaktır.
Ancak, Türkiye’nin demokratikleştirilmesi, 1982
Anayasasının şekillendirdiği otoriter devlet yapısının değiştirilip sivilleşme yolunda adımlar atılması gibi noktalarda Baykal’dan ileri gidemeyen bir Kılıçdaroğlu’ndan büyük siyasi başarılar beklemenin gerçekçi olmayacağı kanaatindeyim. Tabii Kılıçdaroğlu’nun zamanla daha gelişkin söylemler içine girme olasılığı var, ama şu anki tablo açısından bu noktada gerçekten de Baykal’a oranla büyük bir fark göze çarpmıyor.
Örneğin Kılıçdaroğlu’nun kulandığı “Anayasa değişikliğiyle korku imparatorluklarının temelini atmaya çalışıyorlar” ifadesinin Baykal’ın genel söyleminden farkı yok. Kılıçdaroğlu’nun
Kıbrıs sorununda söylediklerinin bir yenilik içermediğini görüyoruz.
Kürt sorununda kapsamlı bir yeni söylem geliştirdiğini iddia etmek de pek kolay değil.
***
Kılıçdaroğlu’nun ‘Recep bey’ diyerek başladığı cümleler, yeni bir lider için hırçın sayılacak bir üslubu içinde barındırıyorlar. Sakin olarak bilinen Kılıçdaroğlu’nun ‘lider olunca böyle sert konuşulur’ gibi bir karara vardığını, ya da birilerinin kendisini bu yönde ikna ettiğini varsayabiliriz.
Bu siyaset üslubunun pek de yeni bir tarafı olmadığını belirtmeye bile gerek yok. “Kurultaylar bu üslubu seviyor” diye düşünülmüş olabilir, yani bu dilin geçici bir dil olması ihtimali elbette ki var. Tabii fanatik partililer böyle bir üsluba ihtiyaç duyuyor da olabilirler; ama öyle bile olsa, yeni üsluplar, yeni söylemler üretilmeden siyasette yeni ufukların açılmadığı bir gerçek.
Tabii her üslubun bir karşılığı da olacaktır. Tayyip Erdoğan da bu üsluba zaten yatkın olduğu için, böyle giderse, tartışmaların ‘eski tas eski hamam’ tarzında devam etme olasılığı yüksek.
Kılıçdaroğlu’nun böylesine önemli bir ilk konuşma için yeterli hazırlığı yapmış olduğunu da söylemek zor. Özellikle de kritik siyasi
gündem maddelerine ilişkin derin bir tahlil, derin bir çözümleme görmek mümkün olmadı. Kılıçdaroğlu’nun hitabet tekniği açısından zayıf olduğu yönünde yapılan yorumlar üzerine de çeşitli şeyler söylenebilir, ama ‘içerik’, bu aşamada ‘teknik’ten daha önemli.
AYRICA ŞUNU DA GÖRMEK GEREKİYOR: KILIÇDAROĞLU BAYKAL’DAN FARKLI OLARAK ‘CUMHURİYET ELDEN GİDİYOR’, ‘LAİKLİK ELDEN GİDİYOR’ TÜRÜNDEN İFADELER KULLANMADI. KONUŞMA BU YÖNÜYLE KLASİK ULUSALCI-BAYKALCI RETORİKTEN OLDUKÇA FARKLI BİR VURGU TAŞIYORDU.
***
Şunu kabul ediyorum: Kurultay’da heyecan vardı. Kılıçdaroğlu’nun konuşmasında heyecan vardı. Tabii, oluşan bu heyecana paralel olarak, CHP tabanı içinde, Kılıçdaroğlu’nun konuşmasının ‘değişim’ ve ‘yenilik’ olarak yorumlanabilecek şeyler içerdiğini düşünenler de olacaktır. Belki başka toplumsal gruplar içinden de Kılıçdaroğlu’nu “heyecan verici” ya da ‘yenilikçi’ olarak algılayan bazı kişiler olabilir. Ama büyük resme baktığımızda, Kılıçdaroğlu’nun büyük bir değişim başlatmakta olduğunu en azından şimdilik söyleyemiyoruz.
Heyecan tek başına yeterli değil. Örneğin Baykal da, aslında, CHP içinde heyecan yaratan konuşmalar yapabilen bir liderdi, ama bu heyecanı ‘daha geniş’ kitlelere yaymayı, dolayısıyla da CHP’nin oyunda önemli bir artış yaratmayı başaramıyordu.
SONUÇ OLARAK: KILIÇDAROĞLU BAYKAL’DAN OLAN FARKINI KISMEN ORTAYA KOYDU. BU FARKLILIĞIN NE ÖLÇÜDE DERİNLEŞECEĞİNİ ÖNÜMÜZDEKİ DÖNEMDE GÖRECEĞİZ.