O dayak yediği söylenen çocuk da kaçarken yüzünü duvara çarpmış.
Uzman çavuş da ona hiçbir şey yapmamış...
Bunlar, Aziz Nesin’in bir öyküsünden alıntılanmış cümleler değil; resmi makamların ülkemizde ve 2009 yılında gerçekleşmiş somut bir olayı algılama biçimini yansıtan somut ifadeler.
Okul basan
uzman çavuşun kendisini böyle
savunmasını anlayabiliriz. Bir suç işlediği iddiasıyla karşı karşıya kalmış ve kendisini savunmuştur. Bu savunma biçimi, toplumumuza da, bizlere de
yabancı değildir.
İşkence sırasında öldürülen birçok insan için,
emniyet yetkilileri ‘pencereden atladı
intihar etti’ derler ve böylece kendi suçlarını örtbas etmeyi başarırlar.
Son olarak cezaevinde dövülerek öldürülen Engin Çeber’in
katil sanıkları olan devlet görevlileri de benzer bir savunma yaptılar. Dönemin
Adalet Bakanı Mehmet Ali
Şahin toplumsal duyarlığı da dikkate alarak harekete geçmeseydi, o olayın da üstü kapatılabilecekti. Şimdi gardiyanlar,
jandarmalar yargıda
hesap veriyorlar.
***
Jandarma Uzman Çavuş E. A.’nın yaptıkları da belli ki örtbas edilmiş. İş devlet görevlilerine, askere, polise gelince bir savunma refleksinin harekete geçtiğini öngörmek zor değil. Devlet içindeki meslektaş dayanışması ile suçluların korunmasında bir
sürpriz yok. Çarpıcı ve üzüntü verici olan, İçişleri Bakanı Beşir
Atalay’ın da bu savunma grubunun içine katılmasıdır.
Bakan Atalay, 21
Mayıs 2009 tarihinde gerçekleşen olay konusunda DTP
Diyarbakır Milletvekili Gültan Kışanak’ın soru önergesini yanıtlarken,
Seyrantepe 7.
Kolordu Komutanlığı askeri
lojmanlarının okulla bitişik olduğunu, kapıda
nöbet tutan askerin Jandarma Uzman Çavuş’un oğlunun beş altı kişilik öğrenci grubu tarafından
darp edildiğini görerek, babasına haber verdiğini söyleyerek, çavuşu savundu.
Atalay, “Söz konusu
personel görevli olduğu lojman nizamiyesinden saat 12.25 sıralarında olay mahalline geldiğinde çocuğunu
okul kıyafeti yırtık, darp edilmiş vaziyette beklediğini görmüştür. Bu durum üzerine, yanına çocuğunu ve
görgü tanığı olarak kapıda görevli erbaşı alarak şikâyette bulunmak maksadıyla okul idaresine gitmiştir. Daha sonra söz konusu personel, çocuğunu muayene ve
tedavi için hastaneye götürmüş ve hastaneden üç gün
rapor verilmiştir. Müteakiben görev yerine dönerek konu hakkında amirlerini bilgilendirmiştir” dedi.
Atalay, öğrenci döven Jandarma Uzman Çavuş’un ifadesine ilişkin, “İfadesinde, okul müdürüne şikâyete giderken oğlunun kendisini döven öğrencilerden birisini göstermesi üzerine yaşanan kargaşada, öğrencinin kaçarken yüzünü duvara çarpması sonucu burnunun kanadığını beyan etmiştir” değerlendirmesinde bulundu.
Söz konusu olaya karışan
uzman erbaş ve diğer erbaş hakkında idari
soruşturma açıldığını belirten Atalay bu iki erbaş hakkında
disiplin cezasına karar verildiğini söyledi. Atalay’ın açıklamasına göre, çavuşun kusuru ‘izinsiz görev yerini terk etmek’ten ibaretti.
***
Bakan böyle diyor... Ancak görgü tanıkları ve İnsan Hakları Derneği Diyarbakır Şubesi, uzman çavuşun yanına başka bir askeri de alarak silahla okulu bastığını, konu ile ilgili herhangi bir öğretmen ya da idareciyle görüşme gereği duymadığını açıklamış bulunuyor. İHD, uzman çavuş E.A.’nin öğrenciyi dövmekle yetinmeyip, idarecilere de
hakaret ettiğini belirtiyor.
Üstelik bu baskının cep telefonuyla çekilmiş görüntüleri o günkü TV yayınlarında ve gazetelerde yer aldı.
İşte,
Türkiye gerçeğini mükemmel şekilde yansıtan bir tablo. ‘Türkiye gerçeği’, sadece
açlık, işsizlik,
kredi kartı borcu,
terör,
trafik,
çevre kirliliği, cinsel
taciz gibi şeylerden ibaret değildir. Türkiye gerçeği, her şeyden önce, Türkiye’nin bir memur ve asker devleti olduğu gerçeğidir. Memur, yurttaşın amiridir. ‘İster döver,
ister sever’ cümlesi, bu uygulamanın mantığını son derece net bir şekilde özetlemektedir.
Türkiye gerçeğine göre, ‘uzman çavuş’ okul falan basmaz, basarsa da ondan kimse hesap soramaz. Eğer bastığını düşünen birileri varsa sorun onlardadır. Koskoca devletin, ordunun bir mensubudur o. Birine dayak atsa bile, o dövmüş sayılmaz, dayak yiyen kafasını duvara çarpmış sayılır.
İçişleri Bakanı Beşir Atalay’a üzüntülerimi iletiyorum. Böyle bir açıklamayı yapmadan önce, elinde daha ciddi bir idari soruşturma bulunsaydı, olayın mağduru aileyi, okul idarecilerini dinlemiş olsaydı daha doğru yapmış olmaz mıydı? Belli ki jandarmanın bağlı olduğu 7. Kolordu Komutanlığı’na olayı sormuş ve bu bilgileri almıştır.
O yöredeki faili meçhuller konusunda 7. Kolordu Komutanlığı’nın yaptığı açıklamaları merak ediyorsanız, arşivleri incelemenizde yarar vardır.
Beşir Atalay’ın açıklaması güven sarsıcıdır.