Gündem o kadar yoğun ki, çoğu zaman
gündem bizi şunu da yazamadık diye düşündürüyor. Bu yüzden de bu yazımızda çok konulu bir
köşe yazısı olacak okuyacağınız…
Birincisi; benim
Kürt olmam konusu. Son üç haftada köşelerimizde bir ironi yaparak, kendimizi Kürt varsayarak yazdık. İnanılmaz
linç girişimleri söz konusu oldu ki ben şimdi Kürt dostlarımı çok daha iyi anlıyorum.
Hani bir kâbus görürsünüz ya, kan ter içinde uyanırsınız sonra; terinizi silerek kendi kendinize söylenirsiniz; “oh be
şükür ki Kürt değilmişim”, benim durumda aynen öyle…
Ülkemde Kürt olmak zor zanaatmış vesselam. Yine de dürüst, namuslu ve adil olduğunu düşünen her Türk’e, en az bir günlüğüne bunu yapmasını
tavsiye ederim. Aslında “güzel ve yalnız olmayan”
ülkemde, zor olan Kürt olmak değil, Kürdün makbulü olmak. Rojin’in TRT için program yaptığı şirketten birilerinin “Kürdün en iyisi, ölü olanıdır” sözlerini, marjinallerin en üst düzey tercihleri olarak bir kenara koyarsak, yaşadığımız deneyimlerden biz de şu sonuca ulaştık: Eğilip, bükülerek, yaranıp, yağ çekerek, aşağılanmayı göze alarak ya da kendinizi aşağılayarak Kürdüm deme özgürlüğüne sahipsiniz. Ancak dik durup, onurlu davranmak istenmiyor. En esneği ile ‘yeniden düşünseniz’, en sertiyle de ‘yasssssak hemşerim.’ Tu-k-aka edilen
Ahmet Kaya ve
Şivan Perver ile çok tutulan ‘İmparator’ gibi bazı Kürt sanatçılar arasındaki fark da aynen böyle…
Mayınlardan arındırılacak araziler de farkındaysanız unutulup gitti. Kendimizi Kürt varsayacak kadar onları sevdiğimize göre, eh artık sınırda mayından arındırılacak arazilerin de, yöre halkına verilmesini savunuruz diye düşündüyseniz, yanılıyorsunuz. O
bölgemizde de, Türkiye’nin diğer bölgelerinde de, binlerce dönümlük verimli arazimizin boş kaldığını, ya da
rant çeteleri tarafından işgal edildiğini biliyoruz. O zaman sırf hükümeti dövmek adına böyle popülist bir yaklaşım içine neden girelim?
Rantabıl olan, ülke ve bölge halkının da faydasına olan; o arazilerin en kısa sürede, en düşük maliyetle ekonomiye katkı sunacak hale getirilmesi olsa gerek. Sadece hükümetin ayağına pranga vurmak, sağlayacağı
ekonomik katkıyla bazı projelere kaynak sağlayacak olan, paralı askerliğin önünün kesilmesinde izlenen taktik, burada da aynen tatbik ediliyor. Oysa gecikmeden önce
bedelli askerlik, sonra da
profesyonel askerlik sistematiğine de artık geçilmeli.
Bir diğer konu da başbakanın zaman zaman yaptığı açıklamalarıyla alevlenen
AK Partinin isim polemiği. Bence sayın başbakan bu ölçüde kızmamalı. Bu konuda,
Vatan yazarı,
Mustafa Mutlu ile hem fikiriz. Normal bir toplumda insanlar, kuruluşunda hangi ismi bir örgüte veya partiye uygun görmüşlerse, o isimle bilinirler. Ancak sayın yazar gibi belden aşağıya da vurabiliyorsanız, bir şeyleri tanımlamak için,
sokak diliyle argo kelimeler bile kullanabilirsiniz. Sayın Mutlu da köşesini bizim gibi birkaç konuya ayırmış görünüşte, ama detaya bakınca aslında köşenin tamamının, hatta daha önceki yazılarının da, tek hedefinin olduğu görülüyor. Kısacası Mutlu’nun yazılarının tek hedefi
Başbakan Erdoğan ve hükümeti…
Hani ‘tilkinin 40 hikayesi varmış, 40’ı da
tavuk üzerineymiş’ ya aynen böyle. Amaç
iktidar partisine yüklenmek olunca, neresinden yakalarsam, orasından vururum deniliyor bazı yazarlarca. Yani Sayın Mutlu; sadece ilk kurşunu değil, bütün kurşunlarını boca ediyor hükümetin üstüne. Köşesinde; “çocuğunuzun adını Yağız koyarsınız, sonra büyür olgunlaşır, sıska, kısa bir
genç olur. Arkadaşları artık Bodur lakabı takarlar” diyor. İyi de sayın yazar, genel değil bu durum, bir tek siz ve sizin gibi bir kısım medyatörler ‘bodur’ demeye çalışıyor AK Partiye. Bakın dünyayı sarsan ekonomik krize,
Kıbrıs, Kürt,
Ortadoğu sorunlarını çözmeye yönelik aktif
politika ile yıpranma risklerine, sizin gibi az sayıdaki kalemşörün kara çalmalarına karşılık, bu ülkenin % 42’si AK Parti diyor üçüncü kez de bile… Sıkıysa sen ‘kara’ dedirt bakalım!
Anladığım kadarıyla yazara göre AK Partinin bodurluktan kurtulabilmesi için adaleti; Ergenekon’u görmezden gelerek, kalkınmayı; çeteci ve darbecilere bırakarak gerçekleştirmesi gerekli. Bizim duyduğumuz ve gördüğümüz göre konuya bakacak olursak, sayın yazar, sakın sizin bakış açınızda bir
sakatlık / bir şaşılık olmasın
Ama çok da şaşırmadık doğrusu. Zaten ona göre Ergenekoncuların tek suçu,
Fethullah Gülen’i eleştirmektir. Başbakan basın danışmanlarını seçerken kendisine danışmalı veya en azından kendi kriterlerine uygun birini seçmelidir. Sayın
Babacan ülkesinin
demokrasi eksiklerini söylediği için ülkesini AB’ye şikâyet eden ihbarcı, gammaz, halası üniversiteden başörtüsünden dolayı atıldığı için de haindir. Obama mısırdaki konuşmasından dolayı yağcıdır. Birileri Leyla Zana’ya haddini bildirmelidir ve
Bülent Arınç da Zahid Akman’a “……..” demelidir.
YÖK başkanı Prof. Yusuf
Ziya Özcan hakkındaki düşünceleri ise daha ilginç yazarımızın; “Vatanın bölünmez bütünlüğüne, demokrasiye, laikliğe ve cumhuriyete saldıranlara güç veriyormuş.” Kim bu adam tanıyan var mı? Sadece bolca soru sormayı seven bir gazeteci mi? Yoksa 12
Eylül’ün savcısı ya da Sıkıyönetim komutanı mı? Yok yok onun için en ideal meslek
12 Eylül öncesinin
Diyarbakır Cezaevi ya da Mamak Askeri Hapishanesi Müdürlüğü olur (mu?)