MEDYANIN ‘MENDEBUR KILIÇ’LARI, ‘NERON’UN HERONLARI VE HAYIRSIZ ‘HAYIR’CILAR


GİRİŞ İlker Başbuğ’a verilecek madalya, şehit aileleri, AB ülkelerindeki ülkelerin bayrak fetişizmi ve askerleri, yargının bağımsızlığı, heronlar, seccade ve tespih, TSK ve yargının sürünmesi, köşe yazıcılar ve yazdıkları bu makalemizin içinde yer alacak konular. ÖNCE MADALYA Önce Recep Seyhan’nın gönderdiği e-maili sizinle paylaşalım; ‘…Duyduğumuza göre Hükümet, Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'a madalya verecek. Elbette versin çok da iyi olur. Yalnız madalyaların adını halk belirlesin: Örneğin Boru Madalyası, Aktütün Madalyası, Dağlıca Madalyası, Gediktepe Madalyası ve en son Hantepe Madalyası olmak üzere birkaç çeşit madalya hazırlansın. Yok, madalya kıtlığı varsa "Heron madalyası" adı altında tek bir kavrayıcı / toparlayıcı madalya verilsin. Madalya da şehit ana kuzusu askerlerin ana ve babalarının göz yaşlarından oluşan bir kutu içinde verilsin ki, bakıldıkça ya da kullandıkça üzerinden damlayan göz yaşları sinelere damlasın. Ama bu madalyaların yurttaşlar nezdinde bir "kâğıt parçası" ya da ‘’metal parçası’’ olduğu da asla unutulmasın…’ ŞEHİT AİLELERİ Genel Kurmay, Dağlıcadan başlayarak son Heron rezaletini kapatmak için, şehit ailelerini tek tek arıyor ve ‘’şayet şikayetçi olurlarsa, şehit ailelerinin yararlandığı haklardan yararlanamayacaklarını ve çocuklarının da şehit sayılamayacağını’’ ifade ediyormuş. Ben buna asla inanmıyorum. İnanmıyorum çünkü bunu Yunan Genelkurmay’ının, Rus Genelkurmay’ının, İsrail Genel Kurmay’ının bile yapmadığını / yapamıyacağını biliyorum. İNGİLİZ BAYRAĞI VE ALMAN ASKERİ Master ve doktora çalışmalarım sırasında yıllarca İngiltere de bulundum. Neredeyse hiçbir yerde İngiliz bayrağı görmedim. Askeri bir cip de hiç görmedim. Avrupa da yalnızca bir yerde gördüm. Almanya da Diyanete bağlı bir caminin duvarında Türk bayrağının asıldığını gördüm. Bu Almanlar ya da İngilizler milli duygudan yoksun mu? Bu Almanların ya da İngilizlerin bir ordusu yok mu? Nerede saklanıyor bu adamların askerleri?.. Hatay Dörtyol'da, çok tehlikeli bir oyun oynandı ve bu oyunun en önemli etkisi ise ‘bayrak fetişizmi’nin devreye sokulmasıydı. Konu ‘iş yerine, evine Türk bayrağı asan kurtulur’ garabeti yurttaşlarımıza yaşatılmaya çalışıldı. Bu paradigma, çok tehlikeli bir anlayıştı ve kendi dağlarına bayrak çizdiren, dev ebattaki bayrakları asan Hobbes’un ‘leviathan’laşmış devlet aygıtının kara propagandasının bir sonucu olarak ortaya çıkıyordu. ADİL VE BAĞIMSIZ YARGI MI O DA NE? Fişleme olaylarının jandarma ayağının kurbanı olan bir dost, gönderdiği e-mailde; ‘…Almanya'da öğretmenlik yaparken sırf İmam Hatip Lisesi çıkışlı olduğum için çekildim. Dosyam, bir klasör dolusu evrakLAR halinde hala elimde . 5. dairenin TÜRK MİLLETİ ADINA onadığı mahkeme kararında: "adı geçenin din eğitimi aldığı ... bugün için SOMUTLAŞTIRILAMAYAN bu duyumların, mesleğinin ilk yıllarında çalıştığı kurum düşünülürse (ki bu kurum devletin Diyanet İşleri Başkanlığıydı) gerçek olabileceği…" deniliyordu. Şimdi böylesi bir yargıyı düşündükçe, bu heriflerin olsun vatan da, devlet de ,millet de, Sakarya da diyesim geliyor. Artık benim devletim de, milletim de yok mu? Milletim artık Fikret’in değişiyle; "nev-i beşer" diyorum…’ yazıyorsa ne söylersiniz? HERON, SECCADE VE 99’LU TESBİH Bülent Ünsal gönderdiği e-mailinde; ‘….heronları düşürmek isteyenlerin yani PKK ile beraber hareket edenlerin sanırım ordudan tek bir atılma yolu var. Başka türlü atmazlar onları. Koyun bakalım çantalarına birer seccade ve 99’luk tesbihleri. Bak o zaman nasıl da atıveriyorlar kolaylıkla…’ diyor ama ben bunun doğru olduğuna / olacağına inanmayı hiç istemiyorum. GÜVEN SIRALAMASINDA TSK VE YARGI DİBE Mİ VURDU? İşte yukarıda yazdığımız nedenlerden dolayı TSK ve Yargı da güven bunalımı en dibe vurmuş durumda. MetroPoll'ün referandum sonuçları ile ilgili kamuoyu araştırmasında; "en çok güvendiğiniz kurum" sorusu soruluyor. Toplumun güven sıralaması tepetaklak olmuşcasına, güvenilen kurumlar sıralamasında en başta polis yer alıyor. Ardından da Cumhurbaşkanı ve TBMM sıralanmakta. Sonrasında da Başbakanlık ve hükümet var. En alttaki üç kurum ise; Genelkurmay, Anayasa Mahkemesi ve yargı. Mehmet Ali Kışlalı, Mendebur Kılıç, Emin Çölaşan, Mustafa Mutlu, Oray’a Eğin, Can Ataklı, Sebahattin Önkibar, Selcan Taşçı gibi az sayıdaki neslinin son türü haline gelmiş statikocu dinazor ‘apoletli köşe yazıcısı’ bu anket sonucunu ağızlarından düşürmedikleri; ‘vatan hainlerinin, bölücülerin, ordu düşmanlarının orduya karşı giriştikleri psikolojik yıpratma harekatının yani asimetrik psikolojik savaş kepazeliğinin amacına ulaştığını, orduyu halkın gözünden düşürmeyi başardığını çemkireceklerdir. Kanımızca, eski süreçte orduya duyulan güven, şeffaf olmamaktan kaynaklanan kör bir güvendi. Son dönemlerde olan ise, sadece bilinmezlerin üzerindeki örtünün kaldırılması. İşte bu nedenle de psikolojik savaş denilen, ‘hainlik’ denilen bu... TSK BONCUK MU DİZİYOR? Nitekim, kimse bize hâlâ Balyoz Planı gibi hainliğin nasıl tezgahlandığını bize açıklamıyor. Çukurca'da Dağlıca'da olup bitenlerin üzeri hala örtülüyor. TSK hâlâ darbe zanlılarını terfi ettirmek için çabalıyor. Heronlar ile ilgili kahredici bir şekilde sessizliğin sesi sonuna kadar açılıyor. Ve bu sessizlik sürdükçe de milyonların yüreğindeki göz bebeği olan TSK ve hatta sessiz kalan Vecdi Gönül bile aliyi illiyinden, esfeli safiline doğru hem de uçurumun en diplerine doğru sürüklenmeye başlıyor. ‘BİLA’LAŞMIŞ ‘CIVAOĞLU’ ‘TURGUT’LA BİRLİKTE ‘YETKİN’ Mİ DİYOR? ‘…TSK’nın bugün karşılaştığı sorun, kimin kuvvet komutanı olacağından, kimin terfi edeceğinden, kimin emekli olacağından çok daha büyük. Son yıllarda TSK’nın karşılaştığı sorunların başında, itibarına yönelik organize saldırılar. TSK, Türk toplumunda her zaman en çok güven duyulan kurumların başında geldi. Türk halkı, ordusunu sever, güvenir, kendinden sayar. Bunun nedeni TSK’nın halkın ordusu olması, mensuplarının halkın içinden gelmesidir. Buna komutanlar da dâhildir. TSK’nın son yıllarda hedef haline gelmesinin nedeni de bu güvenin yıkılmak istenmesidir. Halkın kafasında TSK’yla ilgili soru işaretleri yaratılmasıdır. Bu amaçla yürütülen psikolojik harekâtın belli ölçüde başarılı olduğunu da kabul etmek gerekir. Hedef tahtasına TSK’nın oturtulması, bu kurumun, bazı kesimlerin siyasal hedefleri önünde en önemli engellerden birini oluşturmasıdır. TSK ne kadar zayıflatılır, prestiji ne kadar hırpalanırsa, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesine ve Atatürk ilke ve devrimlerine karşı verilen mücadele de o kadar rahat yürütülür. Bu gerçek bilindiği için TSK hedef tahtasındadır. Bu sadece Türkiye’yi değil bütün Ortadoğu’ya düzen vermek isteyenlerin önündeki engel görülmesinden de kaynaklanmaktadır. Bu itibarla TSK sadece silahlı teröristle değil; onun itibarını sarsmaya, moralini sıfırlamaya çalışan psikolojik harekâtla da mücadele etmek durumundadır. Ve maalesef bu alanda büyük ölçüde yalnızlaştırıldığını da görmek zorundadır. TSK şeffaflığı esas almalıdır. Karşılaştığı saldırı kamuoyundaki algısıdır. Bu algıyı olumsuza çevirmeye yönelen gayretler karşısında, en etkili yol, şeffaf olmak ve kamuoyuna yönelmek olmalıdır.TSK çok ağır suçlamalarla karşılaştı. Bu suçlamalar o kadar ağırlaştı ki, “erlerin PKK tarafından şehit edilişlerinin komutanlar tarafından sadece seyredildiği; Heronlar tespit ettiği halde PKK’lı gruba müdahale edilmediği; Heronların faaliyetinden şikâyetçi olan iki havacı subayın, PKK’lıları korumak için bunların düşürülmesi ve koordinatlarının değiştirilmesini konuştukları”na kadar vardı... Hiç kuşku yok ki, TSK, bu ağır suçlamalara bir yanıt vermek zorundadır. Bunu zaman yitirmeden yapmalıdır. TSK bu iddialara bir açıklık getirmeyi geciktirdikçe, “demek ki doğruymuş algısı” kamuoyuna yerleşmektedir. Bunu yapan bir TSK mensubu varsa, ortaya çıkarılmalı; eğer suçlamalar gerçek dışıysa bu da açıklığa kavuşturulmalıdır. Ama daha fazla sessiz kalınmamalıdır…’ derlerken, TSK’nın aklını başına almasına, alabildiğine şeffaflaşmasına, yaptığı her eylem ve işlemden dolayı hesapverebilir olmasına, hukuka uygun / hukukun üstünlüğüne göre hareket etmesine, insan haklarını ihlal etmemesine ve bir an önce sorumluların korunmasına değil cezalandırılmasına adım atmasının gerekliliğine parmak basmaktadır. SONUÇ İşte yukarıda sayageldiğimiz aksaklıkların ve kokuşmuşlukların artık sonlandırılmasının ilk adımı da 12 Eylül anayasa oylamasının yapılacağı referandumda atılacaktır. Yani ‘ ya devlet başa, ya kuzgun leşe’, ya da ‘ya olacak ya olacak.’ Yeter ki biz bize düşeni yapalım ve çok çalışalım. Vesayet sistemi ve onun vasiliğini yapan derin devlet; C(M)HP ve BDP’li KCK ile birlikte, Demirel’i, Cindoruk’u, çakma profesör Haydar Baş’ı da yanlarına alıp, Öcalan’la birlikte, ‘yar saçların lüle lüle / YARSAV sana güle güle’ diyecek ve kör bir kuyuya doğru tıpış tıpış yürüyerek gideceklerdir. Hayırsızların ‘hayır’ları bile, ‘evet’ yağmuru altında önce yıkanıp temizlenecek, sonra da derin derin nere(ler)de hata yaptıklarını düşüneceklerdir. [email protected]
<< Önceki Haber MEDYANIN ‘MENDEBUR KILIÇ’LARI, ‘NERON’UN HERONLARI... Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER