Son günlerde,
gazete köşelerinde yeni bir demokratlık yarışı başladı. Yarışın konusu basit: AKP’yi eleştirmek mi demokratlık, AKP’nin Ergenekon’la başlayan
Kürt açılımıyla devam eden politikalarını desteklemek mi demokratlık?
Nuray Mert’in AKP hükümetinin bir tek parti diktatörlüğüne yöneldiğine ilişkin görüşü bu
tartışmanın kıvılcımı oldu. O arada
İlhan Selçuk da
hastane yatağından, Türkiye’de irtica tehlikesi olmadığına ve
demokrasinin her durumda savunulması gerektiğine ilişkin yeni görüşlerini iletti.
Demokrasi ve demokratlık kavramlarına da kendi durduğumuz noktadan baktığımız için, henüz bunların üzerinde bile anlaşmakta güçlük çekiyoruz. Ve bugünkü tartışmadan da bir sonuç almamız mümkün değil.
Çünkü her durumda, her tartışmada bol “ama” kullanarak kendimizi iki taraflı güvenceye almaya alışmışız.
Bir başka yan çizme imkânı da “ilke olarak” kavramının kullanımıyla elde ediliyor. Adam lafa başlıyor: “
Kürt meselesinin demokrasi içinde çözümüne ilke olarak
taraftarız...” Taraftar mısın değil misin? Taraftarsan o “ilke olarak” ne oluyor?
Aynı cinsten bir başkası lafa devam ediyor: “Kürt meselesi demokrasi içinde çözülmelidir, ama onlar da Habur’da, İzmir’de neler yaptılar...” Demek istiyor ki, Kürt siyasiler yanlış yaptığında kendisine de demokratlıktan yan çizme hakkı doğmuş oluyor.
***
Demokratlığı AKP’ye bakış açısıyla ölçmek de konunun esasından uzaklaşmanın aracı olarak kullanılıyor. Bu tartışma bir de
CHP üzerinden yapılsın: CHP’nin bugünkü politikalarını destekleyen birisi demokrat olabilir mi?
Bu partinin önde gelenleri, birisinin ailesinde
Ermeni olmasını
hakaret olarak kullanmakta,
Dersim dramını bir tehdit gibi hatırlatmakta,
sokak gösterilerine karşı olağanüstü halden bile söz edebilmektedir. Bu lafları eden bir siyasi parti, bırakın solculuğu, demokrat sayılabilir mi?
30 yıllık bir konu:
Mehmet Ali Ağca,
Abdi İpekçi cinayetinden yakalandı, dönemin
sıkıyönetim yetkilileri Ağca’yı kendilerinin yetkili olduğu gerekçesiyle “sivillerin” elinden aldılar, askeri hapishaneye koydular ve Ağca buradan asker üniforması ile kaçırıldı, gitti Roma’da Papa’ya ateş etti.
Bunun açıklanmasını isteyenin, Uğur
Mumcu cinayetinin,
Hrant Dink cinayetinin aydınlanmasını isteyenin “AKP’nin oyununa gelerek devleti yıpratmak” la suçlanması ancak bize özgü bir saçmalıktır. Ve bu tiyatro oynanmaya devam ediyor.
***
Elleri kelepçeli Kürtlerin tek sıra halinde dizilerek içeri atılmasına ses çıkarmayanların, özel kuvvetlerde
arama yapılıyor diye bağırmaları, sonra da kendilerini demokrat ilan etmeleri de bizde görülür.
Çünkü sadece kendine demokrat yarım ve çeyrek aydınların büyük bir cesaretle bağırmaya devam ettikleri bir toplumda yaşıyoruz.
Demokrat olmak kolay değil. Demokrat olmak için siyasi partilerdeki liderlik sultasına da karşı olacaksın, hiçbir kurumun demokrasiye aykırı güçlere sahip olamayacağına da inanacaksın, bilhassa da “ilke olarak” ve “ama” lı kaçamaklardan, kurnazlıklardan medet ummayacaksın. Abdi İpekçi cinayetinin de 12
Eylül zulmünün de hesabının sorulmasını isteyeceksin, bütün faili meçhullerin üstünün örtülmesine karşı çıkacaksın. Her durumda çalışan haklarını savunacaksın.
Haksızlığa uğrayan
Tayyip Erdoğan ise de, herhangi bir solcu
genç ise de; her ikisine ayrım gözetmeden; içtenlikle, ikisi hakkında da “hak etti” diye düşünmeden sahip çıkacaksın.
Böyle olduğunda kimsenin AKP üzerinden kendisine demokratlık biçmesine gerek kalmaz, yarım ve çeyrek aydınların körelttiği sol da hayat imkânı bulur.