Ne olacak bu gazetelerin hali...


Günlük gazeteler eskiden de birbirine çok benziyordu. Ancak son dönmede bu benzerlik fazlasıyla arttı. Her gün önümüze gelen bir tomar gazete arasından hangisini çekip alsan ötekileri okuma gereği duymazsınız. Çünkü Türkiye'de yayınlanan onca gazetenin ilk sayfaları adeta birbirinin kopyası gibi. Artık günlük gazetelerde, en büyüğünden en küçüğüne bütün haberler neredeyse birbirinin aynı. Şu sıralar gazetelerde fark oluşturan sadece köşe yazarları. Dünkü gazetelerin birinci sayfalarını şöyle yan yana koyduğumda öne çıkan haberler şöyle: Albay Çiçek'e tutuklama... (İddianame haberi) Bedrettin Dalan darbenin başbakanı olacakmış... (Bu haber daha önce de yayınlanmıştı, bu da iddianame haberi) Tayyip Erdoğan dünyanın 17. en güçlü kişisi (Time Dergisi'nin en güçlü 100 kişisi haberi) 3. köprünün güzergahının belli olması... İzmir'deki seri katilin yakalanması ile ilgili haberler... Başlığın sağına bir güzel hatun fotoğrafı... (Çoğu gazetede Türkiye güzeli seçilen Sinem Kuyumcuoğlu'nun frikik haberi) Hepsi bu kadar. İç sayfalar birinci sayfaya göre daha düşük öneme sahip haberlerle dolu. Ama inanın onlar da boyutları farklı olmakla birlikte neredeyse aynı. Bu da şu demek: Türkiye'de yayınlanan bütün ulusal gazeteler özel haberciliği terk etmiş, sadece haber ajanslardan geçilen günlük rutin haberlerin derlenmesi ile çıkıyor. Çünkü artık gazeteler öyle çok sayıda muhabir, hatta kaliteli muhabir istihdam etmekten vazgeçti. Birkaç köşe yazarı ve ajanslarla durumu kurtarma yolunu seçiyorlar. Yazı işlerinde istihdam edilen birkaç editör ile gazeteyi bitiriyorlar. Dünkü gazeteler içinde sadece Bugün'de bir tek özel haber vardı. O da başlığın üzerinden verilmişti! Son dönemlerde farklı bir gazete olarak ortaya çıkan Taraf bile aynı kısır döngünün içinde. Taraf o gün eğer çok önemli, Türkiye gündemini sarsacak özel bir haberle çıkmamışsa pek de önemsenmiyor. Yani, Türkiye'de gazetecilik pek de iyi gitmiyor. Ne olacak bu gazetelerin, hatta bu medyanın hali diye sorabiliriz. Çünkü televizyonlar da pek farklı değil. Onlar da birbirinin kopyası gibi. Köprüye hayır diyorum... İstanbul Boğazı'na ilk köprü yapılmak istendiğinde sol kesim "Köprüye hayır" kampanyaları düzenlediler. Oysa Boğaz'a bir köprü yapılması çok büyük ihtiyaçtı. "Hayır"cıların ise kendilerine göre ideolojik gerekçeleri vardı. Boğaz Köprüsü yapıldı bitti ve adı Boğaz Köprüsü olsa da Süleyman Demirel'in eseri olarak anılıyor. Fatih Sultan Mehmet Köprüsü yapılırken pek itiraz olmadı. Rahmetli Turgut Özal bu köprüyü yaptırdı ve o da ciddi bir ihtiyacı karşılıyor. Bu köprü her ne kadar adı Fatih Sultan Mehmet Köprüsü olsa da Turgut Özal'ın eseri olarak anılıyor. Şimdi de Tayyip Erdoğan İstanbul'a 3. köprüyü yaptırmak istiyor. Seçilen mevki açısından ciddi orman katliamı yapılacağı için ben de bu köprüye karşıyım. Bir de bir iş yaparken tabiatı tahrip etmeden yapmanın yolları aranmalı. Ve tabii tabiat tahrip edilerek yapılacaksa da o zaman acil hayati ihtiyaç olmalı. Böyle bir acil ihtiyaç söz konusu değil. Sanırım Tayyip Bey, Demirel'in, Özal'ın eserlerinin yanına kendi adıyla anılan bir eser peşinde. Buna hiç gerek yok. Çünkü modern İstanbul zaten onun eseri. Tayyip Bey'in çalışmaları olmasaydı İstanbul'da yaşamak bir felaketti. Dolayısıyla gerek yok yani... "Köprüye hayır" diyorum, bilmem anlatabildim mi?
<< Önceki Haber Ne olacak bu gazetelerin hali... Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER