Taha Akyol, yakın tarih ile ilgili olduğu, bu konuda çalışmaları bulunduğu halde Atatürk'ün manevi kızı Sabiha Gökçen'in
Dersim'i bombalayan pilotlardan olduğunu en son
Dersim katliamı tartışmalarına kadar bilmediğini yazmıştı.
Elbette, kim olursa olsun insan her şeyi bilemez. Bunda anormal bir yan yok.
Ancak anormal olan şey Taha Akyol gibi bu konuları çalışmış birisinden bile bir kısım bilgilerin gizli kalabilmiş olabilmesidir.
Doğrusunu isterseniz mesela ben de bir gazeteci-yazar olduğum halde
Türkiye'de özellikle Dersim olayları ile ilgili "Toplumsal Olayları
Araştırma ve Yüzleşme Derneği" diye bir
dernek olduğunu bilmiyordum, bu son Dersim tartışmalarına kadar.
Hatta bu derneğin kurucusu gazeteci Cafer Solgun'un "
Aleviler'in Kemalizm ile imtihanı" konulu bir çalışması, kitabı olduğunu bilmiyordum.
Bunları şunun için yazdım:
Bir olayı, bir bilgiyi
toplumun büyük kesimlerinden, hatta ilgili kesimlerinden saklamak tabuların hakim olduğu ortamlarda mümkün olabiliyor.
Herkesin
CHP ile imtihanı
Bugüne kadar Türkiye'deki Alevi nüfusun genellikle CHP'ye oy verdiği bilinirdi. Ama Dersim katliamı tartışılamadığı, anlatılamadığı, dile getirilemediği, ifade edilemediği için mesela Dersim katliamından tek parti CHP'si ve kadroları sorumlu olduğu halde Aleviler buna rağmen niçin çoğunlukla CHP'ye oy veriyor konusu hiç gündeme gelmemiş, gelememiş.
Bırakın diğer kesimleri, Alevi kesimde bile bu konu öyle pek tartışılan, üzeri açılan bir konu olmamış.
Küçük çapta çalışmalar olsa da piyasanın bundan haberi olmamış, lokal çalışmalar olarak kalmış.
Ben çok önemsiyorum bu tartışmaları.
Çünkü "Aleviler'in CHP ile yüzleşmesi", "Aleviler'in Kemalizm ile imtihanı" konuları bu sorunun ontolojik temelini oluşturuyor.
Türkiye'de hiçbir zaman hiçbir konuda o sorunun temellerine inilmesine müsaade edilmediği...
Konunun enine boyuna dört başı mamur biçimde tartışılamadığı...
Bir kısım tabular yüzünden...
Yasal ve yargısal engeller yüzünden gerçekler ortaya konulamadığı için bu durum gayet normal diyebiliriz.
Ama artık öyle değil.
Türkiye her şeyi rahatlıkla konuşuyor, konuşabiliyor, tartışabiliyor.
Konuşabildiği ölçüde de toplum geçmişiyle, geçmişindeki gerçeklerle yüzleşebiliyor.
Kim
katil, kim maktul, kim zalim, kim mazlum, kim neyi nasıl kurmuş, nasıl yürütmüş, nasıl hayata geçirmiş, bu iş neye mal olmuş, değmiş mi değmemiş mi, şartlar öyle mi gerektiriyordu yoksa şartları insanlar kendisi mi oluşturmuş falan filan...
Şapka
Devrimi de ne?
Her şey ama her şey ortaya çıksın.
Açılsın bütün arşivler.
Dersim arşivleri de,
İstiklal Mahkemesi arşivleri de,
TBMM arşivleri de...
Bilsin millet, Şapka Devrimi nedir, böyle devrim mi olur, oluyorsa nasıl oluyor, neye mal oluyor?
Bilsin herkes Kılık Kıyafet Devrimi nedir, Kılık Kıyafet Devrimi diye bir devrim olur mu, oluyorsa nasıl oluyor, nasıl olmuş, neye mal olmuş?
Bu konularda "cin şişeden çıktı" ya da "macun tüpten çıktı."
Yakın tarih tartışmaları zamanla daha da derinleşecektir.
Derinleştikçe, gerçekler ortaya çıktıkça
ülke de normalleşecektir.
Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş dönemi zulasında Dersim gibi tartışılması gereken, açığa çıkarılması gereken yüzleşilmesi gereken çok olay var.
Menemeni var, İzmir'i var, Atıf Hocası var, Said Nursi'si var.
Sadece Seyyid Rıza değil nice seyyidler, hocalar, hacılar var.
Bir hakikat kalmasın Allah'ım alemde nihan!
Diyeceğim o ki, Dersimli
Kemal Kılıçdaroğlu, söylediği gibi bu ülkeye başbakan olursa, özür dileyeceği o kadar çok şey var ki... Kendisini buna hazırlasa iyi olur.