Ben oldum. Ve bu insanların
misafirperverliği karşısında dondum kaldım. On yıl kadar önceydi.
Hakkari Yüksekova'da bir köydü.
O köy sonradan bütünüyle çığ altında kaldı, ve belki de bizi misafir eden kardeşlerimiz Allah'ın rahmetine kavuştu. Ev sahibimizin nüfusu oldukça kalabalıktı. Çoluk çocuk cıvıl cıvıl bir evdi. Evin kadınları uzun elbiseleri ile odadan odaya, odadan mutfağa, mutfaktan salona yemek hazırlıkları için koşturup duruyorlardı. Oralarda bir eve misafir gelince o ev adeta bayram yerine dönermiş. Yüksekova'nın o zamanki
genç kaymakamı da bizimle birlikteydi.
Sofra geldi. Çeşit çeşit yemekler, turşular, yufkalar... Şimdi hatırlayamadığım onlarca çeşit
nimet...
Doğrusunu isterseniz evin genel havasından böyle
mükellef bir sofra çıkacağını pek tahmin etmemiştim. Ama sonradan öğrendim, oralarda bir eve misafir geldiğinde ev sahibi evde ne varsa hepsinden mutlaka sofraya koyarmış.
Sofraya oturduk. Ev sahipleri oturmuyorlar. Kaymakam Bey'in ısrarı da onları sofraya oturtmaya yetmedi. Duvarın kenarında elleri birbirine bağlı saygıyla ayakta bekliyorlardı. Misafirlerin yanında sofraya oturmayı onlara saygısızlık addediyorlar. Sanıyorum, Kaymakam bey, "Siz de oturmazsanız biz de bu yemeklerden yemeyiz" diyerek ev sahiplerimizi de zoraki sofraya oturttu.
Şimdi... Bu saygı ve sevgi ve muhabbet ve bu muhabbetten hasıl olan kardeşlik duygusuna ne oldu da birbirimizle karşı karşıya geliyoruz! Şu son 20 yıldır, kardeşliğimizi tarumar eden, aramıza giren ve düşmanlık tohumları ekenlerin oyunları ile birbirimize karşı kaşlarımızı çatıyor, yumruklarımızı sıkıyor, hatta
silah çekiyoruz! Sebepleri konusunda karşılıklı büyük hatalar olabilir. Bunların zamanı değil şimdi.
Şimdi eski güzel kardeşlik günlerimizi yadetmek, canlandırmak, dostluğumuzu, kardeşliğimizi yeniden göstermek zamanıdır. Ben bu
Fethullah Gülen Hocaefendi'yi anlamıyorum. Bin bir türlü hastalıkla mücadele ederken, hem de gurbet içinde gurbeti yaşarken, O Türkiye'yi düşünüyor. Sorunlarımızı çözmek için acil eylemler düşünüyor, geliştiriyor. Ve onun bir sözü ile kitleler harekete geçiyor.
Kendimden biliyorum, insan herhangi bir hastalığa yakalansa, hadi bunu geçelim, grip olsa mesela, eline diken batsa, elindeki o küçücük dikenden başka hiçbir şeyi düşünmez. O dikeni dünyanın merkezine yerleştirir ve dünyayı onun etrafında döndürür. Ama O onlarca çeşit hastalıkla mücadele ederken ve ahiretini de hiç
ihmal etmeden, ibadetinde, duasında iken, nasıl oluyor da bu kadar insanı, insani hizmetler için harekete geçirebiliyor. Bundan yaklaşık 1.5 ay önce www.
herkul.org sitesinden bir duyuru yapmış ve insanımızı
doğu ve güneydoğu halkı ile kucaklaşmaya çağırmıştı. "Günümüzde telaffuz ediliyor; kederde, tasada, kıvançta bilmem ne de falan diyorlar. Lafta söyleniyor bunlar. Bunların da esas fiili durumu çok önemlidir. Nazari söylenilir de onlar destan gibi kalıyor. Esas olan ameli yönüdür.
Güneydoğu ile böyle kardeş şehir başta, kardeş kasabalar olabilir, kardeş köyler olabilir, kardeş belediyeler olabilir. Şimdi bunlara bağlanacak olursa mesele büyük ölçüde belki halledilir." İşte bayram ve işte binlerce insan, çoğu varlıklı, kendilerini çalıştıkları sahada ispatlamış insanlar...
Ellerinde hediyeleri,
kurbanlık bağışları ile Doğu ve Güneydoğu'lu özellikle
yoksul ailelerin kapısını çaldılar. Hem de aileleri ile. Eşleri ve çocukları ile. Orada, onların yoksul hanelerine ışık oldular ve geceyi de onlarla birlikte orada geçirdiler.
Ve pek tabii de kabul gördüler. Kimse Yok mu derneği tam 60 bin Kurban kesti ve bölgeye dağıttı. Dile kolay...
Bütün bunlar sevgi ile yapılmazsa asla mümkün olmaz. Hocaefendi, ancak sevgiyle, muhabbetle yapılacak hizmetlerin insanıdır.