Bu
ülkede kim ne yaparsa ya da yapmazsa sorun çıkmayacağı aslında açıkça belli. Ne
holding medyacısı vasat yazarların dediği gibi 'siyasiler az konuşursa' sorunlar artmaz, ne de Başbakan'ın dediği gibi, 'köşe yazarları susarsa!'
Bir sefer bu ülkenin, susması gerekenlerin konuşması ya da konuşması gerekenlerin susması gibi çok önemli bir sorunu var. Kimilerine konuşturmak için
baskı, balata,
şantaj filan yapılırken (herhalde babalarının hayrına konuşmayacak!), kimilerine de susması için aynı şeyler uygulanıyor.
Eh bu tenakuz kadar önemli bir konu da, kurum ve kuruluşların kendi tanımları dışında işlere bulaşması, üzerlerine vazife olmayan şeyleri ezelden beri kendilerinde bir hak olarak görmeleri mevzusudur.
Holding medyası misal...
Bin türlü iş, girişim,
ihale,
özelleştirme,
arazi filan derken bir bakıyorsunuz ki, medya medyalıktan çıkmış patron bültenine ve şantaj aparatına dönüşmüş.
Bilmem neredeki basın birliği toplantısına 'gazeteci' olarak katılanların aynı zamanda 'patron' titriyle ortalıkta salınması sanırım ülkemize has bir durum.
Elbette kimsenin ticari anlayışına, yaşantısına diyecek tek kelimemiz yok. Yasalar muvacehesinde herkes istediği işi yapabilir. Ancak holdingcilik ile medya birbirine geçince son dönemde ortaya çıkan '
vergi usulsüzlüğü' gibi tuhaf durumlar oluşuyor. Netice itibarıyla da, ticari bir mesele '
basın özgürlüğü' olarak yutturulmaya çalışılıyor herkese.
Yüzde bilmem kaç yazar/çizerinin, günün yirmi dört saati siyasi iktidara
küfür ettiği, aşağıladığı, eleştirdiği, bu da yetmezmiş gibi o iktidara oy verenleri bile bilmem ne kafalı, bilmem neresini kaşıyan adam, diye aşağıladığı bir ülkede basına baskı varmış, öyle mi?
Yine vasatın perspektifiyle bakarsak şöyle demek mümkün:
Medya kendi tanımı içerisine çekilse, iş bir tür ticari ve ideolojik
rant kavgasına dönüşmese bu ülkede sorun çıkmaz!
Ergenekon davası devam ediyor. Dost/düşman herkes artık kimin ne olduğunu biliyor. Kimlerin bu karanlık mihrakların üzerine gittiği, kimlerin işi sulandırmak/bulandırmak için kolları sıvadığı da belli.
Holding medyası son birkaç gündür, tam da andıçta
tarif edildiği türden haberlere
imza atıyor. Yok efendim, '
İnternet andıcı emrini bizzat rahmetli Ecevit vermiş!' Yok 'falanca savcı ile filanca savcı arasında bir çatışma varmış'. İstanbul'da oturup bu tür operasyonel haberlere imza atan medyanın olduğu bir ülkede sorun çıkmaması mümkün mü?
Üstelik mesele son derece açık ve net iken. Başta kuru/ıslak imzalı andıçları görmeyen, bu yöndeki haberleri karartmayı bilinçli olarak
tercih edenlerin, bir süre sonra tam tersi haberler yaparak olayı sulandırmalarını sadece meslekî kriterler ile açıklamak mümkün mü?
Ki Erzincan'da yapılmak istenenlere bakıldığında, eğer sahnelenmek istenen oyun tutsa, ilk başta bu tip (
yandaş mı desem, yoldaş mı desem, koldaş mı desem?) medyanın 'Türkiye'nin 11 Eylül'ü' şeklinde manşetten
kaos çakacağını bu ülke çok iyi biliyor!
Gelin görün ki, hâlâ anlamak istemedikleri bir şey var. Pislik ve oluşan
bataklık o kadar büyük ve derin ki, andıç medyası istediği kadar birer ucundan tutup çitilemek istesin temizlenmez. Diyelim ki, rahmetli Ecevit'e atarak bazı şeylerden sıyırdınız ya da birilerinin sıyırmasına yardımcı oldunuz, o kadar
mühimmat, top,
tüfek,
bomba, plan, CD, şifre çitilemeyle temizlenir mi?
Medya meselesi olunca insan ayrıntıya takılıp mevzunun diğer ayaklarını unutuyor. Daha yargının, bürokrasinin kendi tanımı içinde kalmasıyla sorunların nasıl kendiliğinden çözüleceğinden bahsedecektik.
Yer kalmadı.