En baştan vurgulamak isterim ki, memleket ne zaman ki
seçim sath-ı mailine girse beni hafakanlar basar. Her şeyden önce yaşanan ve yaşanacak olan
çevre kirliliği, herkesin kulağını tıkayıp ağzını açması, koca ülkeyi devasa bir tımarhaneye çevirecek boyuta ulaştırıyor.
Bilmiyorum, vereceği oyun rengini, sokaktan bangır bangır geçen seçim minibüsüne ya da direklerin arasına kirli
çamaşır misali serilen parti
bayraklarına göre değiştiren kimse var mıdır? Siz hiç, 'Oyumu bu sefer falanca partiye vereceğim, acayip güzel bayrak asıyor,
afiş yapıştırıyorlar' diyeni duydunuz mu?
Aslında bu seçim için epey umutlanmıştım. Zira
CHP, belki de tarihinde ilk kez, sistemi koruma paranoyası üzerinden değil, ciddi ciddi proje, çözüm ve sıkıntılara yönelik politikalar üzerinden
siyaset yaparak seçime gidecek gibi göründü.
Ancak nereden tetiklenip, dayattırıldığı belli olmayan
Ergenekon kadrosunu partiye eklemleme ve CHP medyasının da küçümsenmeyecek gazıyla hızla eski kimliğine ve
halk yerine vesayetin partisi görünümüne dönmeye başladı bu partimiz.
Bence
AK Parti de bu seçimde yanlış yöntem izliyor. Aslında kâğıt üzerinde geliştirdikleri strateji hiç fena değil.
Başbakan ve kurmaylarının ürettiği "
2023 Vizyonu" sair partilere de ilham verdi. Bugüne kadar etnik kimlik üzerinden siyaset yapan MHP ve BDP gibi partiler bile birtakım projeler üretmek durumunda kaldılar.
Ancak iş seçim meydanlarına gelince, ne yazık ki, işin rengi değişti ve daha da değişecek gibi. Başbakan, CHP'nin düne kadar deneyip, her seçimde ağzının payını aldığı yöntemi kullanmaya başladı ne hikmetse.
Başbakan'ın yaklaşık 9 yıldır yaptığı bir dolu olumlu icraatı millet ile paylaşmak yerine, paso muhalefet liderleriyle polemik oluşturması, şahsen hiç hoşuma gitmiyor. Hâlbuki ne güzel seçim filmleri hazırlatmış her iki parti de. Liderler bu filmlerin konseptlerini konuşmalarının temalarına yedirseler, inanın çok daha fazla sempati ve oy toplarlar.
Şüphesiz, her seçimi statükonun son savaşı olarak gören, her geçen gün elinde tuttuğunu düşündüğü bir kaleyi daha düşüren birtakım odaklar, bu tür süreçlerde asla rahat durmayıp, ortalığı bulandırmaya, memleketi karıştırmaya çalışacaklardır.
Milletimiz onlarca yıldır hazırlanan bu zehirli menüden artık tek kap bile yemek istemiyor. Fakat üzülerek görüyoruz ki, liderlerimiz bu bulanık suda
balık oyununa kolay geliyorlar.
Şahsen
iktidar partisinin özgürlükler ve yeni anayasa üzerinden
kampanya yürütmesinin, sahip oldukları projeleri halka daha iyi anlatmasının bu seçim sürecinde çok daha faydalı olacağına inanıyorum. Keza muhalefet partisi için de öyle. Her ne kadar Ergenekon gibi kocaman bir yara ile halkın karşısına çıkmış olsa bile Kılıçdaroğlu ve ekibinin bu millete polemik ve
ağız dalaşından başka şeyler de söyleyebileceğine inanıyorum.
MHP için özel bir paragraf açmak isterim. Hemen mevzuu
kaset olayına getireceğimi düşünenler şüphesiz yanılıyor.
Hayır, MHP liderini 'partini askıya al' gibi basit ve
ucuz kontra cevaplar ile sıkıştırmak gibi bir derdim de yok. Ancak Sayın Bahçeli'nin tıpkı
referandum sürecinde olduğu gibi çok büyük bir yanlış konumlandırma ile partisini seçime taşıdığını vurgulamak isterim. Bir kısım medyanın verdiği gaz ile partisine, yok 'Okyanus ötesi', yok 'cemaat' gibi, partisine gerçekten gönül verenleri rencide edecek bir siyasetle, bırakın puan kazandırmayı, her geçen gün aşağı çektiğini hatırlatmak boynumun borcudur.
Sosyal âlemin çiğnediği ironik sakızın aksine, '
Püskevit' muhabbetinin Bahçeli'yi bana sempatik gösterdiğini söyleyebilirim. Elindeki idam ilmeğini meydanlara atıp, ağız dolusu hakaretler ve suçlamalarla sağa sola saldıran bir siyasi lider portresi yerine, '
Anne-
baba benim niye püskevitim yok?' cümlesinin çok daha insancıl olduğuna inanıyorum.
İftiralar, kasetler, küfürler, suçlamalar, hakaretler yerine, püskevitler, çikolatalar, balonlar ile gitmek lazım millete...