Önce şunu vurgulamam lazım; Evrim hikâyesine
prim veren biri değilim. Nedeninin, "insanın maymundan gelmesi" ile ilgisi yok. Bu konuda okuduğum, bildiğim dinî ve beşeri bilgilerin böyle bir şeyin mümkün olmadığını göstermesidir.
Ve salt "teori"den oluşan bir görüşü adeta bir "din" gibi kullananların olduğunu ve, meseleyi ideolojik platforma taşıdıklarını düşünüyorum. Yoksa, şahsi inancıma göre insanı ve evreni yoktan var eden Yaratıcı, maymunu da insana çevirir, şempanzeyi de, kurbağayı da!
Ne ki modernizmin şöyle bir marifeti olduğunu da
itiraf etmem lazım. Belki insan maymundan gelmedi ama maymuna dönüşebilen insan sayısı hiç de azımsanacak miktarda değil.
Televizyonlar örneğin...
Son derece sakin, aklı başında, efendi uslu insanların bu televizyon denen tuhaf dönüştürücü marifetiyle şebekleştiğini gün aşırı görmüyor muyuz?
Sabahları yayınlanan kadın programları, akşamları boy gösteren
spor programları,
siyaset tartışmaları filan. Hepsinde aynı dönüşümü, "tersine evrim"i görmek mümkün.
Maymunlaşan insan süreci...
Biliyorum, mesele nazik ve alınabilecek insan sayısı hiç de az değil. Ama bu, durum tespiti yapmamızı engellememeli.
Bir süre önce korkunç bir
cinayet işlendi biliyorsunuz. Gelmiş geçmiş en medyatik cinayetlerden biriydi bu. Birincisi, olay medyanın kendini ait hissettiği bölgelerde yaşandı,
Etiler filan. Bu mahallerde bir olay meydana geliyorsa Türk medyası hassas davranır, zira kendi çocukları da oralarda dolanıyor. Zengin sokaklar,
alışveriş merkezleri filan. Dolayısıyla
Münevver Karabulut cinayeti diğer cinayetlerden ilk olarak bu açıdan farklıydı. İkincisi, zanlının ailesi zengindi ve başı daha önce de bir dolu şeyden dolayı belaya girmişti.
Dediğim gibi mesele hassas ve üzücü. Zira işin içinde hayatı bitirilen
genç bir kız, ortada olmayan bir zanlı ve hâlâ soruşturması süren bir cinayet var. Başta olayın taraflarının son derece dikkatli olması lazım. Ki salt bu durumlardan dolayı Münevver'in ailesini takip ederken hep rahatsız oldum.
Elbette anlıyorum, olay kolay kaldırılabilecek bir durum değil. Evladınız hunharca katlediliyor ve
katil zanlısının ismi belli olmasına rağmen ailesinin varlığı yüzünden yakalanamadığı iddia ediliyor. Herkesin zoruna gider. Lakin "acılı
baba" titriyle gün aşırı medyaya çıkıp konuşmanın gidişatı da belliydi.
6 koca ay, sevgili okur. 180 gün... İnsan
profesör olsa anlatacağı şey biter, tükenir. Münevver'in babasının düştüğü bu üzücü durum da böyle bir şey. Söylemek istediği şeyin her birini en az bir milyon kez söyledi. Acısıyla baş edebilmek ve yasını tutmak için içine yönelip susması lazımdı. Bu, kesinlikle 'olayın üstü örtülsün, herkes peşini bıraksın' demek değil, onu da söyleyeyim. Birileri baba Karabulut'a 'sürekli konuşursan olay çabuk çözülür' diye bir şey mi dikte etti, onu da bilmiyorum. Ama bir insanın aylar boyunca medyayı istediği şekilde kullandığını düşünmesi, aslında kullanılanın kendisi olduğunu fark etmeden meselenin içine dalması, "esas konuyu" işte böyle arka plana itiyor ve önümüze "baba Karabulut" figürü çıkarıyor.
Artık o vahşi cinayet, kaçak zanlı, bilmem ne hep ikinci planda kalmıştır. Şimdilerde medyanın elinde "acaba bugün manşetlik ne yapacak?" şeklinde her türlü sürprize açık bir medyatik malzeme vardır. Ve ne yazık ki, mesele "kızının katilinin peşinde olan" baba profilinden çıkıp
tiraj-
reyting hammaddesine dönüşmüştür.
Önceki gün yaptığı şeyleri okudunuz, izlediniz hepiniz. Eminim ortaya çıkan bu tabloyu sağlıklı olarak görmüyor bile
Süreyya Bey. 'Her geçen gün medyatik dozu daha da artan bir şekilde haber malzemesi olmazsa unutulacak' gibi bir bilinçaltı da oluşmuş olabilir.
Son olarak acısını tüm yüreğimle paylaştığım acılı babaya şunu söylemek isterim: Sevgili Süreyya Bey, lütfen bir süre susun, sakin olmaya çalışın. Biliyorum acınız büyük ve ateş ciğerinizi kavuruyor. Ancak inanın bana, kızınızın üzücü kaderinden daha ibretlik bir finale doğru gidiyorsunuz gibi geliyor. Kendinize de, ülkeye de bunu yapmayın.
Masum kızınızın kemiklerini sızlatacak bir sonu kendi elinizle hazırlamayın. Lütfen, yeni bir Semra kaynanaya ihtiyacımız yok.