Ergenekon ahlakı ve dervişane gerçekçilik!


Nice zamandır gazete yazıları için bir kenara not almayı terk ettim. Bayatlıyor çünkü... Siz 'Tam da bu konuda yazayım' deyip bir kenara notlar alırken, bir başka gelişme daha gürültülü bir şekilde geliyor ve notlarınız bir anda tazeliğini, güncelliğini yitirmiş oluyor. Geçen hafta başı Deniz Baykal'ın Anayasa değişiklik teklifini yazmayı düşünüyordum. Öyle ya nasıl oluyor da, 'Bu Meclis Anayasa filan yapamaz' diyen güruh, bir anda, 'Şu, şu maddeler olursa olur' pozisyonuna geçebiliyordu? Sonra genel ahlak duruşları içinde artık kemikleşmeye başlayan bir duruşu yazasım geldi. Ergenekon Ahlakı diyebileceğimiz bu duruş enteresandı. Osman Can'a salt kendilerini rahatsız eden düşüncelerden bel altı vuruşu gayet derece normal olarak gören, sözüm ona gece gündüz 'masuniyet karinesi' diye yeri göğü inleten 'hassas' kesimin ahlaki bakış açısıydı bu. Meseleyi 'Sivil Dikta' tartışmalarına uyarlayacak ve Ergenekon medyasının pek bir baş üstünde tuttuğu genç akademisyen hanımefendinin nasıl büyük bir tehlike atlattığını yazacaktım. Zira işin içinde 'Kapak kızı Nuray' diye manşet olmak da vardı. Hatırlarsınız, 28 Şubat sürecinde hoşlarına gitmeyen fikirleri ifade eden Nevval Sevindi'ye neler yapmışlardı. Sanırım yine de şükür etmek lazım. Zira muhabirleri yollayıp Merve Kavakçı'nın çocuklarına yaptıklarını da yapabilirlerdi! İş bu ve buna benzer hızlı gündem debisinden dolayı daha kalıcı bir meseleyi sizinle paylaşmak istedim. Belki çok 'tematik' kaçacak ama yazılması lazım kanaatimce. Sinema, keşif yıllarından itibaren doğal olarak belgesel filmlerle işe başladı. Malum; belgesel gerçeğin bizatihi kendisini abartmadan birebir yansıtması demek. Dramanın sinemaya uyarlanmasıyla film türleri ve akımları oluştu sonra. Batılı sinemacılar kendi kültürel kodlarıyla sinema akımlarını geliştirdiler. Neredeyse bütün sinema akımlarına bu nedenle ya Hıristiyanî bir bakış açısı yahut inançsızlık perspektifiyle karamsarlık hakim oldu. Toplumsal Gerçekçilik, Yeni Gerçekçilik gibi akımlar Batı kültürünün kalibrasyonuna göre 7. Sanatı ele aldı. Genelde Fransız sinemacıların elinden çıkma Şairane Gerçekçilik ise, çağrışımların aksine belli bir pastoral fonda karamsarlık ve umutsuzluk pompalayan filmlerdi. İtalyan yönetmen Vittorio De Sica'nın yönettiği Bisiklet Hırsızları, Yeni Gerçekçilik akımının zirvesi sayılır. Filmde yokluk içindeki bir adamın, varını yoğunu feda ederek aldığı bisikletin çalınmasıyla gelişen olaylar, alabildiğince sert ve merhametsiz bir bakış açısıyla irdelenir. Ne ki filmin sonunda ortaya çıkan tablo tuhaftır; hırsızlar kahramanımızdan daha da perişandır. Yeni Gerçekçilik mantığı, daha sefil olanın ahlaki olmayanı yapabilme hakkını savunur! Açıkçası bizim kültürümüze pek uymayan bir bakış açısıdır bu. Nitekim yıllar boyu içimde bir ukde gibi duran bu söyleme muhteşem bir cevabı İranlı yönetmen Macid Macidi, Cennetin Çocukları filmiyle verdi. Film, yoklukta eşsiz bir ailenin mücadelesini anlatıyordu. O kadar ki iki kardeşin bir çift ayakkabısı vardı ve sırayla giyiyorlardı. Bisiklet Hırsızları'ndan beter bir sefalet sahnesi... Ancak İtalyan filminden farkı, ayakkabısız çocuk, cuma namazı esnasında müminlerin ayakkabısına bekçilik yapabiliyordu! Demek ki kendi inancımıza göre; olmayanın çalması gerekmiyordu! O gün bugündür kafamda kurguladığım ve Batılıların Yeni ya da Şairane Gerçekçiliği'ne alternatif olarak kullanabileceğim bir kavram keşfettim: Dervişane Gerçekçilik. Öyle bir bakış açısı ki, anlamayı değil idraki, gerçeği değil hakikati, neticeyi değil hikmeti amaçlıyor! İşte Semih Kaplanoğlu'nun son filmi Bal böylesi bir film; Dervişane Gerçekçi bir sinema eseri.
<< Önceki Haber Ergenekon ahlakı ve dervişane gerçekçilik! Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER