Daha dün yazdım medya kavgalarının hoş bir şey olmadığını. Sadece eski yazılarımı hatırlatarak "yanıldığını" söylemek isterim.
Ben
Susurluk döneminde, senin iddia ettiğin gibi "
egemenler öyle istediği için" Susurlukçulara sahip çıkmadım. Sahi, 199619971998'de kimdi "egemenler" ? Alttan alta
darbe hazırlığı içinde olan askerler mi? Kendilerine direndiğim için, beni çalıştığım
Akşam gazetesinden kovduran askerlerden mi söz ediyorsun "egemenler" diye? Öyle ya, dalgalı suda cevizkabuğu gibi sallanan
Erbakan ile Çiller'in pek "egemen" bir halleri yoktu o zaman.
O dönemde,
Özel Tim'in Başkanı İbrahim
Şahin'e karşı yapılan haksızlığın altını çizerken, esas sorumlulara ulaşılmadığını vurguluyordum. Özellikle
Veli Küçük ve
Teoman Koman'a dikkat çekiyordum. Onlar, dokunulamayan,
hesap vermeyen gerçek egemenlerdi.
Hani, sizlerin brifinglerine katılıp, talimat aldığınız kişiler.
12 Şubat 1997 Akşam
Herkes, meseleyi
İbrahim Şahin ve birkaç Özel Tim mensubuyla kapatmak istemişti. İşte ben ona karşı çıkıyordum: "...Emniyet
İstihbarat Başkan Yardımcısı Hanefi
Avcı'nın Susurluk Komisyonu'na söyledikleri bir hayli ilginç. Anlattıkları, sadece Özel Tim ve
Mehmet Ağar'a yüklenmek istenen bir sorumluluğun,
JİTEM ve MİT tarafından da paylaşıldığını ortaya koyuyor. Avcı, ayrıca,
Kocaeli eski
Alay Komutanı
Veli Küçük'ün de adını 'çete üyesi' olarak veriyor. Peki neden sadece Mehmet Ağar, İbrahim Şahin ve Özel Tim'in üzerine gidiliyor? DGM'deki
telefon kayıtları, Çatlı'nın cep telefonuyla kimleri aradığını gösteriyor. Çatlı, 15 ve 16 Temmuz tarihlerinde, üç kere
Albay Veli Küçük'ü aradı. Küçük, daha sonra
Tuğgeneral oldu ve
Giresun'a tayini çıktı. Çatlı, 23
Eylül 1996'da bu defa Giresun Jandarma Komutanlığı'nı aradı. Herhalde Veli Küçük ile konuştu. Ömer Lütfü Topal'ın ortağı Sami Hoştan'ın da 24 Temmuz24
Ağustos 1996 arasında Veli Küçük'ü aradığı telefon kayıtlarından anlaşılıyor." (12 Şubat 1997Akşam)
Hani Akşam gazetesi, Veli Küçük'ün dediğinin dışına çıkmıyormuş; onun güdümündeymiş! Öyleyse ben nasıl Veli Küçük'ü
hedef gösteriyordum yazılarımda?
O gün, tahkikat genişletilsin taleplerimiz, ancak bugün karşılık buldu. Maalesef Susurluk, o tarihte başarılı bir
psikolojik harekatla Refahyol aleyhine dönüştürülmüş ve İbrahim Şahin gibi birkaç polisin üzerine yıkılmıştı.
2 Haziran 1998 Yeni Şafak
B
akın bir başka yazımda ne demişim: "
Hanefi Avcı, 'Yeşil'in kullandığı MİT'e ait telefonların dökümleri incelenseydi,
Akın Birdal suikastı önlenebilirdi' diyor. Kutlu Savaş'ın hazırladığı raporda da şu cümlelere rastladık: ' Yeşil'in,
Ankara,
Antalya,
Elazığ,
mobil ve cep telefonlarının dökümü kalın bir kitap halindedir. Kullandığı 0542/211 89 82 no'lu telefonda MİT ve Jandarma ile yoğun bir irtibat görülmüştür.' ... Yeşil'in MİT ve JİTEM'le ilişkili olduğu yıllarda, önce
MİT Müsteşarı, sonra da
Jandarma Genel Komutanı olan
Teoman Koman Paşa, neden Susurluk Komisyonu'na ifade vermeyi reddetti? Hiçbir şey bilmiyor muydu? Yoksa çok şey mi biliyordu?" (2 Haziran 1998
Yeni Şafak)
Ben ve Mehmet Ali, Teoman Koman'ın emrini yerine getiren
Genelkurmay İkinci Başkanı
Orgeneral Erol Özkasnak'ın talimatıyla Akşam gazetesinden atıldığımıza göre, sakın senin "egemenler", o tarihten sonra gazetede örgütlenmiş olmasın? Zira bu durum bana hiç uymuyor.
Egemenlerin dümen suyuna gitseydim, herhalde meslektaşlarımı karalayan "
Andıç" belgesini 2000'de kamuoyuna ifşa etme cesaretini gösteremezdim.
11 Aralık 2004 Tercüman
Ergenekon dosyasıyla birlikte, ancak şimdi ortaya çıkan JİTEM
cinayetlerinden de, ben, 2004 yılındaki bir yazımda bahsetmiştim. Gözlerini kırpmadan cinayet işledikleri bilinen kişiler hakkında kolay mı böyle bir yazı yazmak: "Veli Küçük, Jandarma İstihbarat Komutanlığı'na getirilince, çok sayıda
PKK itirafçısına asker kimliği vererek, bu kişileri Jandarma İstihbarat Grup Komutanlığı'nda kullanmaya başlıyor.
Diyarbakır 3. Ağır
Ceza Mahkemesi'nin iddianamesine göre,
Hacı Hasan, beraber çalıştığı itirafçılar, Ali Özansoy, Hüseyin Pekseven,
Abdülkadir Aygan, Recep Tiril,
Adil Timurtaş, Hayrettin Toka ve Fethi Çetin
ile birlikte, PKK örgütüyle ilişki kurduğuna inanılan insanları adalete teslim etmek yerine, öldürmeyi
tercih ediyorlar." (11 Aralık 2004Tercüman)
"Sahibinin sesi olmak" veyahut "şahsiyetini muhafaza etmek", gerçekten bir tıynet meselesidir. Altaylı bunu çok iyi bilir.