Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu
Başkanvekili Kadir Özbek, baltayı taşa vurdu. "Türk hâkimleri ve savcıları,
Pakistan'dakilerden daha duyarsız değil" sözleri, eski defterlerin açılmasına vesile oldu.
Pakistan'daki
yargıçlar ne yaptı?
Ziya ül Hak, 1977'de
darbeyle
iktidara gelince, ana
yasayı askıya alıp, geçici "anayasal emir" yayınladı. Yüksek
Yargı üyelerinin bu emir üzerine
yemin etmesini isteyince, 17 yargıç da
istifa etti.
1990'da Devlet Başkanı Gulam İshak Han,
Başbakan Benazir Butto'yu görevden aldı; 4
Eyalet Meclisi'ni feshetti. Yüksek Mahkeme kararı bozdu, yerel meclislerin tekrar açılmasını sağladı.
1993'te İshak Han, Başbakan Nevaz Şerif'i görevden aldı;
Ulusal Meclis ve 4 Eyalet Meclisi'ni feshetti.
Yüksek Mahkeme kararı bozdu.
1999'da darbeyle iktidara gelen
Pervez Müşerref, askeri yönetime karşı yargı yolunu kapatmak için, geçici "anayasal emir" yayınladı. Baş Yargıç Said Zaman Sıddıki, geçici anayasal emir üzerine yemin etmeyi reddedip, görevi bıraktı.
2005'te Müşerref'in baş yargıç yaptığı İftihar Çaudri,
Genelkurmay Başkanlığı ile Devlet Başkanlığı'nın birlikte sürdürülmesine karşıydı.
Müşerref, Çaudri ile 60 yargıcı 2007'de görevden aldı. Ülkede hukukçuların başını çektiği
gösteriler birbirini takip etti. Yüksek Mahkeme, Çaudri'nin görevi iadesine hükmetti. (
Radikal-14
Nisan 2010)
Ya bizim hâkimlerimiz?
Yassıada'da kurulan, bir "olağanüstü
mahkemeydi". Bu yüzden Salim Başol,
Demokrat Partilileri, "içeri tıkan kuvvetin" istediği istikamette yargıladı... Bunu geçiyorum. O mahkeme, "düşürülen
cumhurbaşkanı, başbakan ve eski iktidar milletvekilleriyle, bunların suçlarına katılanları" yargılamak amacıyla,
12 Haziran 1960 tarihli, askeri darbe ürünü geçici anayasayla kurulmuştu. Geçici anayasa, Demokrat Parti heyetini, peşinen suçlu ilân etmişti; masumiyet karinesi rafa kalkmıştı. O dönem, hiçbir yargı mensubundan
itiraz geldiğini hatırlamıyorum.
Geçelim... Yassıada Divanı'nın Başkanı Salim Başol'un,
Anayasa Mahkemesi Başkanlığı'na getirilmesine ne demeli! Başkanı Başol olan
Anayasa Mahkemesi'nin hukukun üstünlüğünü değil de, darbenin üstünlüğünü savunmasını bu yüzden yadırgamamak gerekir. Bir örnekle açalım: Fuat Köprülü, anayasanın değiştirilerek, eski Demokrat Partililerin
siyaset yasağının kaldırılmasını istemişti. Oysa darbecilerin yayınladığı 52 sayılı Tedbirler Kanunu'na göre, Demokrat Partilileri övmek yasaktı. Köprülü'yü yargılayan mahkeme, anayasaya aykırı bulduğu Tedbirler Kanunu'nun iptâli için Anayasa Mahkemesi'ne başvurdu.
Anayasa Mahkemesi, 1961 Anayasası'nın Başlangıç bölümünde, Demokrat Parti'nin, "Hukuk dışı tutum ve davranışlarıyla meşruiyetini kaybettiğine" temasla, bu partiyi övmeyi yasaklayan Tedbirler Kanunu'nu, anayasaya uygun gördü.
Anayasa Mahkemesi, darbe hukukunu üstün tutarak başladı işe.
12 Eylül'de de, Kenan
Evren ve arkadaşlarını kutlamak için, Anayasa Mahkemesi üyeleri
tebrik kuyruğuna girmişti. İstifa akıllarının ucundan bile geçmedi.
28 Şubat'ta ise, bütün Yüksek Yargı mensupları, askerlerin brifingindeydi. Hatta kendileri böyle bir brifing talep ettiler.
Yüksek Yargı mensuplarının pek çoğu, yasa dışına çıkıp, darbe yapan askerin her dönem tabii müttefiki gibi davranmasaydı, bugün siyasi tartışmanın odağı haline gelir miydi?