Çünkü, iki
davayı da sonuna kadar aydınlatmak herkesin görevi olmalı.
Ayrıca,
Ergenekon, -iddiaların gerçek olduğunu varsayarsak-Türkiye'nin altını üstüne getirecek son derece tehlikeli bir
terör örgütü. Başta
Danıştay saldırısı olmak üzere, çeşitli provokasyonlarda imzası var. Bir ucu askerde, diğer ucu sivillerde ve medyada.
Deniz Feneri'nin ilginç hale gelmesinin sebebi ise, iktidardaki partiyle irtibatlandırılması. Fakat, bu irtibata ilişkin iddialar şimdilik doğru çıkmadı. 1) Almanya'daki Deniz Feneri'nden Başbakan'a ya da Başbakanlığa gönderilmiş bir para mevcut değil. 2) Dava ile ilgili
baskı yapılmadığını
mahkeme savcısı açıkladı. 3) "
Kanal 7'ye
baskın düzenlenmesini talep ettik ama, Türk polisi bu talebimizi geri çevirdi" diye konuştuğu ileri sürülen
Polis Şefi Böhm,
Vatan gazetesinde çıkan bu iddiasını yalanladı; İçişleri Bakanı Beşir
Atalay da, "Söylenenler doğru değil; bize böyle bir müracaat yapılmadı" dedi.
Üç noktada özetlediğimiz gerçeklere rağmen, birçok çevre "
AK Parti'yi, hiç değilse onun yakınlarını, yandaşlarını yolsuzlukla irtibatlı" görüyor;
RTÜK Başkanı
Zahid Akman da, AK Parti tarafından seçildiği için, adeta ilişkinin sembolü haline geldi; maalesef
istifa etmemekte direniyor.
"Şuyuu vukuundan beterdir" diye bir söz vardır.
Tayyip Erdoğan, bu işin tarafı olmamakla birlikte, hatalı bir yöntem izlendiği için öyle bir görüntü doğdu. Ve konu, Doğan medya aracılığıyla dış basına kadar yansıdı. The
Economist dergisi, "Artık AK değil mi?" başlığıyla bir haber yayınladı. "Bir dizi yolsuzluk iddiası, AK Parti'nin dürüstlük imajını kirletiyor" diye yazdı.
Sizce
kriz iyi yönetildi mi?