Cumhurbaşkanının
Çankaya resepsiyonuyla, aynı saatte
Genelkurmay Başkanlığı 29
Ekim daveti veriyor. Bu gelenek, 2008'den itibaren
İlker Başbuğ ile başlamış. Aslında, 2-3 senelik bir mesele olduğu için "gelenek" dememek lâzım. Belki, "yakışıksız
uygulama" sözü denk düşer. Çünkü alternatif
tören, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün eşiyle birlikte verdiği davete katılmamak amacıyla düzenleniyor. Yeni
Genelkurmay Başkanı'yla bir değişim yaşanır sanıyorduk ama, hayır... Aynı direnç sürüyor.
Genelkurmay Başkanı ya da diğer orgeneraller, Çankaya resepsiyonuna gelmezlerse,
CHP de zor duruma düşer. "
Ordu+CHP" formülünü gerilerde bırakmaya çabalarken, aynı
eylem birliği içinde görünmek, aynı karede yer almamak için bir nevi boykota başvurmak, AK Parti'nin eline seçimlerde kullanacağı bir malzeme verecektir. Bu yüzden CHP Genel Başkanı'nın
sürpriz yaparak Çankaya resepsiyonuna gideceği umudunu hâlâ taşıyorum. Hatta Genelkurmay Başkanı olmasa dahi, belki bir kuvvet komutanı davete katılıp, "
Asker protesto ediyor" izlenimini dağıtabilir. Bekleyip görelim.
Balbay'ın durumu
Özden Örnek'in
darbe günlükleri
Ergenekon davası kapsamından çıkarılmış.
Gazeteci Mustafa Balbay'ın, Şener
Eruygur'la ve diğer askerlerle temasları, tuttuğu notlar, o dönemle ilgiliydi. TSK bünyesinde Kara
Kuvvetler Komutanı
Aytaç Yalman,
Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur,
Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek ve
Hava Kuvvetleri Komutanı
İbrahim Fırtına, 2003-2004 yılları arasında darbe yapıp yapamayacaklarının zeminini araştırdılar; sivillerle temas ediyorlar, bazı gazetecilerle görüşüyorlardı. Balbay da bunlardan biriydi. Darbeye iştirak içinde miydi, yoksa gazeteci kimliğiyle olayları yakından takip etmek için mi görüşmelere gidiyordu, buna yargı karar verecek. Ama bilinen konu şu: Özden Örnek günlükleri Ergenekon kapsamından çıkarılırsa, o dönemle ilgili olan Balbay'ın da, Ergenekon'la ilişkili olduğu iddia edilemez.
Gazetecilerin darbe heveslisi askerlerle
işbirliği yapması son derece yakışıksızdır ve kişileri mesleki açıdan itibarsızlaştırır. Fakat o ilişkilerden yola çıkarak bir gazeteciyi "Ergenekon silâhlı
terör örgütü üyesi" yapamaz.
Hanefi
Avcı'dan
cevap bekliyorum
Hanefi Avcı, Cüneyt Özdemir'e, ofisinde bulunan kasetlerin kendisine ait olmadığı bilgisini vermiş. Avcı, muhtemelen gerçeği ifade ediyordur. Ama benim de ona sormak istediğim bazı sorular var. Keşke cevaplandırsa...
Ofisinizdeki kasetler size ait değil fakat, "hukuk dışı"
dinlemeler yaptığınızı hem
Belma Akçura'ya, hem de eski Mülkiye Başmüfettişi Nuri Yaman'a söylediniz mi?
Bu sözler gerçekten size mi ait?
"1988'den 1995'e kadar, binlerce
telefon dinlemesine karar verdim; bir iki istisna dışında
mahkeme kararı almadım. Hiçbir sebep göstermeden, yüzlerce işyerini aradım; insanları gözaltına aldım. İstediğimiz iddialarda bulunup, işlem yaptık. Ev aramalarını gece yaptım;
mahkeme kararı, savcı talimatı aldığımı hatırlamıyorum." (Teşkilatın Adamları-Belma Akçura)
Eski Mülkiye Başmüfettişi Nuri Yaman'ın anlattıkları doğru mu? Ona, "Ses kayıtları ve belgeler bende. Bunları arşivliyorum. Gizli kayıtlar güvendiğim birinde" dediniz mi?
Söz konusu kasetleri, birileri ofisinize koymuş olabilir. Ama zaten siz de, - kendi sözlerinizle
itiraf ettiğinize göre-, aynı şekilde, hukuksuz telefon dinlemeleri ve de aramalar gerçekleştirmediniz mi? O kasetler, size ait olmasa bile, benzerleri, birilerinde emanet mi duruyor?
Ofisinizde, 24 kasetin yanı sıra iki cep telefonu,
hafıza kartı, bilgisayar (note book), 15 CD, MP3 player, bir de
flaş bellek bulunmuş. Bunlar kime ait? Çalıştığınız büroyu tamamen boşalttığınıza göre, geride bıraktığınız malzeme devletin malı mı? Yoksa ofisinizi boşaltmadınız mı?
Ocak 2010'da,
Adalet Bakanı Sadullah Ergin'i ziyarete gittiğinizi ve ona, polisteki Fethullahçı örgütlenmeden söz ettiğinizi ileri sürdünüz. "Aradan aylar geçti, hiçbir
soruşturma yapılmadığını görünce bu kitabı yazdım" dediniz. Oysa Ergin'in ifadesine göre, şikâyetiniz, sadece, sizin şahsen dinlendiğinizle ilgiliymiş. O tarihte, poliste ya da
Adalet Bakanlığı bünyesinde Fethullahçı örgütlenmeden söz etmemişsiniz. Onlar da sizin dinlenmenizle ilgili şikâyetinizi hemen işleme koyup, görevlendirme yapmışlar ve 3 ay içinde, bu konudaki çalışmaları size intikal ettirmişler. Acaba
bakan mı doğruyu söylemiyor? Yani bakanı ziyaret ettiğinizde, polisteki Fethullahçı örgütlenmeden bahsedip, bunu şikâyet dilekçenize koymuş muydunuz? Yoksa gerçekten, ilk defa kitapta mı cemaatten söz ettiniz?
Kim doğru konuşuyor? Bakan, "İlk şikâyet sadece kendisi ve yakınlarıyla ilgiliydi; hemen incelemeye aldık ve 3'üncü ayda bilgiyi verdik" diyor. Kitaptaki iddiaları okuduktan sonra da, Adalet Bakanlığı bünyesindeki Fethullahçı örgütlenme hakkında müfettişlerin görevlendirildiğini belirtiyor. Bakana göre, sizi sorgulayan müfettişlere, somut bir bilgi vermemiş, "Bunlar sadece duyumdur" demişsiniz. Duyuma göre hareket edilse, siz de, MİT raporunda, bu rapora dayanarak yayın yapan 10 Ocak 1999 tarihli
Aydınlık dergisinde ve
Ankara Emniyet Müdürü
Cevdet Saral ile Osman Ak'ın listesinde, Recep Gültekin,
Ahmet Pek, Fettah Ünsal ile ilk 4 kişi arasında, "Fethullahçı" olarak yer almıyor muydunuz?
SABAH