Türkiye’de neredeyse herkes terörden ve onun bize yaşattığı acılardan şikayetçi. Ama iş uzun soluklu çaba göstermeye ya da gerçekten sonuç alıcı hamleler yapmaya gelince, herkes bir anda susup oturuyor. Çünkü anlık
öfke gösterilerinde bulunmak, vicdanları kanatacak sözler söyl
emek kolay. Ama çözüm
sabır istiyor, emek ve birikim istiyor.
Tıpkı depremde yaşadığımız gibi. Peşinen belirteyim, milletimizin
dayanışma duygusu, kardeşlik anlayışı ve fedakarlığı, her türlü takdirin üzerinde. Bu nedenle
yardım olarak verilen her
kuruş son derece değerli ve anlamlı.
Ama şunu da unutmayalım. Acılar etrafında birleşmek, duygularımızı ifade etmek ve bunlar üzerinden yardımlaşmak güzel. Peki neden aynı hassasiyeti, bunca insanın hayatına mal olan sistemle
hesaplaşma adına gösteremiyoruz? Hiç mazeret aramayalım. Eğer bu hesap verme ve hesap sorma anlayışını yerleştiremezsek, anlık duygusal patlamalar ve yardımlarla sadece vicdanımızı tatmin etmiş oluruz.
Birisi öncü olsun, yapalım mı diyorsunuz. İşte buyurun şu sözlerin sahibi
Başbakan Tayyip Erdoğan: ‘Artık kaçak yapı ve gecekondularını yıkmayanlara sormadan kamulaştırmasını yapacak, biz yıkacağız. Bedeli ne olursa olsun, oy verirmiş vermezmiş dinlemeyeceğiz. Bunu yaşamaktansa
iktidarı kaybetmek daha hayırlıdır.’
Bu sözler milat kabul edilmeli. Türkiye, inşaat sektörünün, yap-satçı zihniyetin sınır ve
kural tanımazlığından yeterince acı çekti. Hayatında bir kez olsun mimariyle, sanatla, estetikle yolu kesişmeyen, sırf
arsa kapattığı için müteahhit olan zihniyetin göçükleri altında nice can verdik. Buna dur demenin zamanı çoktan geldi, geçiyor bile.
Hesap sormak ve hesap vermek, işin özü tam da burada. Binayı yapan, satan, satın alan, denetleyen herkesin içinde olması gereken bir hesaplaşmadan söz ediyorum. Hesap veren, hesap sormaya da hak kazanır.
Mesele cesaretse, yukarıdaki sözleri söyleyen Başbakan Erdoğan’ın, siyasi hayatının kritik dönemlerinde ağır riskler üstlendiğini hepimiz biliyoruz. Bugün hala
Kürt meselesinde ufukta bir ışık, bir umut varsa, bunu o cesarete borçluyuz. Tüm karalama kampanyalarına ve gri propagandalara rağmen, sorunun üzerine cesaretle giden Tayyip Erdoğan’ın, ‘Bu acıları yaşamaktansa iktidarı kaybetmek daha hayırlıdır’ sözleri, yine böyle bir başlangıca işaret ediyor.
Dün Ankara’da bir mimar dostumla sohbet ettik uzun uzun. ‘
Müteahhitler bizi sevmez. İşin aslına bakarsan yasal bazı zorunluluklar olmasa, bizimle yolları asla kesişmez’ diye özetledi durumu. Ne kadar vahim bir tablo.
Türkiye’de asıl
tehlike, oturduğu yerden şehit kanı üzerinden edebiyat yapanlar ve internet üzerinden kin kusanlar değil. Bunlar can sıkar,
mide bulandırır, ama inanın gelip geçer. Üstelik, iktidarından muhalefetine kadar herkesin bu konuda ortaya koyduğu sorumlu tavır da her türlü takdirin ötesinde.
Ancak asıl sorun, biraz canımızı acıtacak bir yerde bekliyor hala. Yardımseverlik, fedakarlık, dayanışma hepsine eyvallah. Ama bunları yeterli görüp, asıl sorumluları, göçüklerin sebebi olan çarpık zihniyeti karşımıza alıp hesap sormadan varılacak her yer, göçüklerin altında can veren insanlarımız olacaktır.
Yardım gönderdim tamamdır diyerek yastığına baş koyup rahat uyuyan herkese sesleniyorum. Kendimizi kandırmayalım, dürüstlük sadece çalmamak değildir. Aynı zamanda çaldırmamaktır.
İçine
gönüllü olarak girdiğimiz ve can verdiğimiz
tabut-evlerin sorumlusu sadece yapanlar değil, en başta kendimiz olmak üzere bu zihniyete göz yumanlardır.
Başbakan’ın sözleri yeni Türkiye için muazzam bir umut ışığıdır, önemli bir fırsattır. Bunu kaçırmayalım.