Bugün yılın son günü. 2010, acısıyla tatlısıyla geride kaldı. Yarın yeni bir yıl. Aralığın son günü ile ocağın ilk günü arasında bir fark yok aslında.
Değişen sadece rakam; 2010 yerine 2011 yazılacak. Her geçen gün ömürden... Bugün hayat ağacından kocaman bir
yaprak daha düşecek. Rakamlar da anlamsız değil. '2010 nasıl geçti?' sorusuna herkesin cevabı farklı olabilir. Herkes kendi hikâyesini yaşıyor çünkü. Öncelikle 2010'a kendi penceresinden bakacaktır. Herkesin 2010'u kendine...
Benim değerlendirmek istediğim, her birimizin parçası olduğu büyük fotoğraf, '2010
Türkiye' yani. Satır başlarıyla '2010'da yaşananlar' listelendiğinde, sayfalar dolusu neredeyse bir kitap oluşturacak kadar malzeme çıkıyor. İlk söyleyeceğim, ilklerin yaşandığı bir yıldı... Yeni yılın ilk günlerinde
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'a yönelik suikast iddiası nedeniyle 'kozmik oda'ya girildi. Futbolda bir ilk yaşandı;
Bursaspor şampiyon oldu.Amacım ilkleri sıralamak değil.
Ankara gözlüğüyle 2010'un bazı olaylarına dikkat çekmek...
Balyoz belgelerinin ancak sığdığı büyük bavul, yılın unutulmaz fotoğrafları arasına girdi. 2010'un en önemli gelişmesi anayasa değişikliğiydi. 12
Eylül Anayasası'nın ilk kez ruhuna dokunuldu ve 30'a yakın maddesi değişti. Neredeyse yılın yarısına yayıldı.
Parlamento'da kritik oylamalarla başlayan zorlu süreç referandumla tamamlandı. Genel Kurul'da
AK Parti tek başına kaldı, muhalefet karşı oy kullandı ve maddeler 'kıl payı' geçti.
Millet, vekilleri kadar cimri davranmadı. Çok net irade koydu; yüzde 58 gibi büyük bir oranla anayasa değişikliğine onay verdi.
CHP, MHP, BDP gibi partilerden oluşan '
Hayır bloku' ise yüzde 42'de kaldı. Bu sonuç, statükoyu reddeden Türk halkının değişim yönündeki sağlam iradesini göstermesi bakımından son derece önemliydi.
Referandumun Türkiye'nin on yıllarını etkileyeceği kesin. Daha demokratik bir ülkenin kapıları açıldı.
'Hayır' kampanyası için dağ taş dolaşan CHP'nin lideri
Kemal Kılıçdaroğlu'nun, oy kullanamaması
siyaset tarihine geçti. Değil Türkiye'de, dünyada başka örneği yok. CHP yönetimini sarstı. 'İhmal yüzünden oy kullanamayan siyasetçi' yaftası Kılıçdaroğlu'nun liderlik karizmasını etkiledi.
Pek üzerinde durulmuyor ama '2010
Ağustos şûrası' sıra dışıydı. 1987'deki 'Necdetler Olayı'nın ötesine geçti. Şûra başlarken yargı,
Balyoz davası sanıklarından onlarca
general hakkında
tutuklama kararı verdi. Sivil idare 1.
Ordu Komutanı Hasan Iğsız'ın
Kara Kuvvetleri komutanı olmasını istemedi.
Bu yöndeki talebini
Genelkurmay Başkanı'na bildirmesine rağmen
İlker Başbuğ, Iğsız isminde sonuna kadar direndi. İstifa resti çektiği kamuoyuna yansıdı. Başbakan Erdoğan'ın rest çekilmeyecek birisi olduğunu anladığında ise iş işten geçmişti. Başbuğ'un ısrarı şûrayı kilitledi. Kara Kuvvetleri komutanı olması beklenen Jandarma Komutanı Atila
Işık,
sürpriz biçimde emekliliğini istedi.Sonradan pişman olmalı ki; hiçbir devir-teslim töreninde görülmedi. Kapalı kapılar arkasında neler yaşandığını tam bilmiyoruz. Sonuçlarına bakıldığında bile '2010 şûrasının' tarihi nitelikte olduğu açıkça görülüyor. Bugün hâlâ o
dosya kapanmış değil. Açığa alınan
üç general,
30 Ağustos depreminin artçısı... Geçen hafta
AYİM bir üst rütbeye
terfi ettirdi.
2010 konuşulurken 30 Ağustos şûrası unutulmamalı. Değil yıla, on yıllara damgasını vurdu. Sivil-asker ilişkilerinde dönüm noktası...
2010'un siyasi olayı, CHP'de genel başkan değişimiydi. Meclis'te anayasa paketinin son maddeleri oylanırken internete Deniz
Baykal'ın özel görüntüleri düştü. Yılların siyasetçisi Baykal
istifa etti. Kemal Kılıçdaroğlu, CHP'nin yeni genel başkanı oldu.
Önder Sav ve medya, bu süreçte önemli rol oynadı. CHP'de sular durulmadı, 6 ayda iki olağanüstü kurultaya gidildi. Hesaplaşma
seçim sonrasına ertelendi. Baykal'ın gidişi şüphesiz bir
operasyon... Şu ana kadar faillerin hiçbir izine rastlanmadı.
2010'un dökümüne baktığımda 'iyi', 'kötü' veya 'zor' değil de 'uzun bir yıl' olarak tanımlamanın daha doğru olacağını düşünüyorum. 365 güne neler sığmadı ki...