Başbakan Erdoğan'ın dün 'güvenlik zirvesini' toplaması
Ankara'yı heyecanlandırdı. Zirveye ilgili bakanlar ve komutanlar eksiksiz katıldı.
Aslında toplantı pek
sürpriz değil, kamuoyu son anda haberdar oldu, tarihi ve gündemi önceden belirlenmiş. Olağanüstü bir zirve değil yani, rutin ya da olağan...
Toplantının
iki dil ve özerklik
tartışmalarının üzerine denk düşmesi farklı çağrışımlara neden oldu. Dil de özerlik de Ankara'nın hassas olduğu konular... Nitekim Ankara anında tepki verdi. Cumhurbaşkanı Gül gerekli ikazı yaptı.
Meclis Başkanı Mehmet Ali
Şahin 'uyarmakla' yetinmedi, BDP Başkanı Selahattin Demirtaş'la bizzat görüştü.
Genelkurmay'ın bildirisi ise anlamsızdı. Hiçbir karşılık da bulmadı. İki dil ve özerklik konusu dün zirveden önce
AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Ömer Çelik'e soruldu. Çelik, lafı eğip bükmeden net cevaplar verdi... "Son özerklik tartışmalarını, resmî dilin iki dilli olması tartışmalarını ben
Türkiye'deki gerçek
demokratikleşme sürecine ve gerçek açık
toplum anlayışına yönelik siyasi bir suikast teşebbüsü olarak görüyorum." dedi. Bu, Çelik'in şahsi görüşü değil. AK Parti'nin bakışını yansıtıyor.
Herkes gibi benim de anlamakta zorlandığım, dil ve özerklik tartışmasının nereden çıktığı... Hangi amaçla Türkiye'nin gündemine taşındığı... Resmen takvim işlemese de Türkiye
seçimin havasına çoktan girdi. Bütün partiler hesaplarını haziran seçimlerine göre yapıyor. Siyasetin mekânlarında koyu
renk takım elbiseleriyle
aday adayları boy gösteriyor.
Ve 2011 Türkiye'nin en kritik seçimlerinden...
CHP makus talihini yenmenin arayışı içinde. Hafta sonu olağanüstü kurultay yaptı, parti yönetimini sil baştan değiştirdi. AK Parti ise 'üçüncü dönemi' de kazanmanın hesaplarını yapıyor. Tam da seçim havası
ülke sathına yayılmaya başlamışken 'iki dil ve özerlik' tartışmasının gündeme taşınmasını olağan ve masum bir gelişme olarak değerlendirmek mümkün değil.
Tartışmayı başlatanların 'dil ve özerklik' konusunda sonuç alamayacaklarını bilmemeleri mümkün mü? Değil elbette. Belli ki amaç başka... Türkiye,
Kürt sorununda çok mesafe aldı. Düne kadar
Kürtçenin varlığı kabul edilmezken bugün devletin televizyonu TRT, 24 saat Kürtçe yayın yapıyor. Özel televizyonların Kürtçe yayın yapmalarının önündeki engeller de kaldırıldı.
Kürtçe sokakta, çarşıda, pazarda rahatlıkla konuşulabiliyor. Kürtçe gerçeğini herkes kabullendi. Meclis'te Kürtçe konuşmak, Kürtçeyî resmi dile dönüştürmeye kalkmak... Ne kadar gerçekçi? Hiç değil. Başta
Anayasa engel...
'
Özerklik,
bayrak, öz
savunma' gibi toplumun hassas olduğu konuların uluorta konuşulmasının, sorunun çözümüne katkı yapmayacağı açık. Bunu, tartışmayı başlatanların bilmemesine ihtimal vermem. Hedef sorunun çözümü ise... Ankara'dan Diyarbakır'a doğru epey adım atıldı. Buna karşılık Diyarbakır'ın da yönünü Ankara'ya doğru dönerek bazı adımlar atması gerekmez mi?
Bu tartışmayı başlatanların başka amaçları olduğu ortada... Seçim sonuçlarını etkilemek bunlardan biri olabilir. 2011 seçimlerini
ölüm kalım seçimi görenler var. Ayrıca BDP gerginlikten, krizlerden beslenen bir parti. Olağan şartlarda BDP'nin kendi oyunu alabilmesi bile mümkün değil. AK Parti bölgede BDP'den daha etkili.
Güneydoğu'ya CHP'nin de asılacağı belli oldu. Diyarbakır'dan
Sezgin Tanrıkulu PM'ye girdi. CHP bölgede hatırı sayılır oranda oy almanın peşinde. Dil gibi, özerklik gibi hassas konuların tartışılması sadece BDP'ye yarar. BDP galiba kampanyayı başlattı. Terörün sustuğu bugünlerde birileri bu tip tartışmalarla gerginliği artırmak istiyor.
Bu konunun güvenlik zirvesinde gündeme gelmemesi mümkün değil. Sonuç mu? Masanın etrafındakilerin ne düşündüğü belli... Bu tartışma çözüme katkı yapmaz, bölgesel siyasete de uzun vadede fayda sağlamaz.