Seçim sonrası olup bitenler için her şeyden önce söylenebilecek olan şudur:
Hukuk öngörülebilir olmalı.
Öngörülebilir, yani başı sonu kestirilebilir olmalı, ne olacağı, nereye varacağı bilinir olmalı.
Piyango bileti gibi ne çıkacağı belli olmayan süreçler belki
kanuni, belki kitaba uygun ama kesinlikle hukuk duygusu vermiyor.
Sonunu baştan bilemediğimiz için şimdi bir yanda
milli irade kavramının ürettiği hukukla, öte yanda kanunların sınırladığı bir başka hukukun çatışmasına mahkum haldeyiz.
Milletvekilliğine
aday olunduğu zaman herkes bilmeli ki o şahıs seçildiği takdirde parlamentoya girebilir. Veya yine bilinir ki giremez; o zaman da aday olmaz. Ne var ki son
seçimin sonunda ortaya çıkan tablo böyle değildir.
Türkiye, bu tür sürprizlere açık hukuki durumları yakın geçmişte yaşamıştı. Bu yol yeniden açılmamalıdır. Özellikle
ülkenin gözü önünde gelişen süreçlerde herkes yolun başını da sonunu da kestirebilmelidir.
Bu durum sadece
Ergenekon,
Balyoz, KCK sanıklarının cezaevinden çıkamamaları için geçerli değildir.
YSK’nın fevkalade problemli sevk ve idaresiyle siyasete bir
kriz olarak dönen Hatip
Dicle vak’ası da aynıdır.
45 milyona yakın seçmeni kavgasız gürültüsüz
sandık başına götüren ve seçim sonuçlarını üç saat içinde alan bir demokrasiye böylesine siyasi problemler yakışmamaktadır.
Yakışıksız olan bir husus da
CHP, MHP ve BDP’nin siyasi sorumluluğu hiçe sayarak parlamentoyu cezaevinde adam
kaçırma aracı olarak kullanmaya teşebbüs etmeleridir.
Türkiye bir yandan geçmişiyle hesaplaşırken; darbeden, Ergenekon’dan, yasadışılığın bir devlet politikası olarak kullanılması halinden arınırken sanki bunlar hiç olmamış gibi ilgili davaların sanıklarını listelere koymak siyasi bir ayıptır. Hukuka karşı
hile ve hatta meydan okumadır. Bugün yaşanabilecek problemleri göze almak ama umursamamaktır. CHP de MHP de ve elbette BDP’nin bu konudaki tutumları hatalıydı. O kararların yarattığı tahribat bugün daha iyi görülmektedir. Sadece genel siyasi
manzara için değil, CHP ve MHP için de durum böyledir.
Türkiye yeni anayasa için gün sayarken CHP’nin, “yeni” CHP’nin dakika bir içine düştüğü siyasi çıkmaz, Ergenekon müdafiliği olmuştur. Üstelik eski CHP bile bu kadarını yapmamışken...
Yeni anayasa dediğimiz şey de nihayet Ergenekon’a, darbeye, Balyoz’a, faili meçhullere karşı yapılacaktır. Ülke bir daha böyle şeyler yaşamasın diye yeni bir anayasaya ihtiyacımız vardır.
Ergenekon ve Balyoz sanıklarının içeriden çıkışını hemen hemen bir ön şart sayan CHP’nin anayasa çalışmalarına nasıl bir katkı vereceği muammaydı, bu halde daha da büyük bir muammaya dönüşmüştür.
Şimdi...
CHP, MHP ve BDP’nin YSK’nın da küçümsenemez katkılarıyla ürettiği bir sorunla karşı karşıyayız.
İlerlemek için somut adım mı lazım?
Başbakan, “Hemen ve birlikte yeni anayasa” taahhüdünde bulundu. Yeterli değil mi? O zaman, CHP-MHP-BDP hemen bugün birlikte kanun veya anayasa değişikliği tasarıları hazırlamalı iktidara ne istediklerini “somut” bir şekilde söylemelidirler.
Türkiye’nin yaşanan sorunları, “geçmişten arınma kararlılığı”ndan taviz vermeden halledebilmesi zor değildir. Çözüm de ancak böyle mümkündür; birinin diğeri için feda edilmesiyle değil.
Ve elbette bir çözüm yolu bulunacaktır. Ama tehditle değil, katılımla; şiddetle değil uzlaşmayla. Muhakkak surette Meclis’e gelmek yoluyla...