"
Bandırma vapuru" denilince aklınıza ne gelir? Tabii ki, şu dümeni kırık, pusulası bozuk,
Atatürk'ü Samsun'a çıkaran "gazi" gemi. İyi ama, aynı Bandırma'nın Samsun'dan dönünce işgal İstanbul'unda çeşitli hizmetlerde kullanıldığını, 9 ay sonra bu defa Milli Mücadele'nin öncülerinden Yahya Kaptan ve çetesini yakalayıp öldürecek olan birlikleri Hereke limanına çıkaran "
hain" gemi olduğu neden eklenmez?
"
Gazi" olunca iyi de, "hain" olunca kötü mü oldu Bandırma?
Tarih bizde olduğu gibi "seçmece" usulünde yazılınca, olgular da ister istemez iyi ve kötü diye ikiye ayrılır. "İyiler" çekmecesine girenler, öbürlerinden atılır, sonradan "
ihanet" edenler de "kahramanlık" zirvesinden tepe
takla yuvarlanırlar.
Bunları yaşadık yakın tarihte. Rauf Orbay gibi bir kahraman bile 10 yıl '
kürek' cezası almamış mıydı anlı şanlı
İstiklal Mahkemesi'nden? Neyse, şimdilik bunları bırakalım da, şu günlerde 90. yıldönümü vesilesiyle yeniden gündeme getirilen, Sevr'i neden hâlâ tartışamadığımızı soralım.
Sevr Barış
Projesi'nin tamamını okuyan var mıdır aramızda? (Bu arada
Ankara Ticaret Odası Sevr'in tamamını
Lozan'la beraber yayınladı, meraklılar kaçırmasın.)
'Barış projesi mi?' dediğinizi duyar gibi oluyorum. Evet, yanlış okumadınız, Sevr bir 'barış projesi'ydi? Nereden mi çıkartıyorum?
Hani şu hepinizin elinin altında olan ama bir türlü sonuna kadar okuyamadığınız "
Nutuk"tan (ya da şimdilerde kesilip biçilerek iyice sulandırılan 'Söylev'den). Üzerinde yazdığı adıyla Gazi
Mustafa Kemal "Nutuk"un sonlarında hem de 4-5 yerde Sevr'den 'proje' ("Söylev"de 'tasarı') olarak söz eder. Neden acaba?
Bunun sebebini Prof. Sina Akşin, 1983'te "Yaba" dergisine şöyle açıklamış:
"ABD 1919 sonunda
Avrupa siyasetinden elini eteğini çekmek kararını aldı.
İngiltere,
Müslüman sömürgelerine ibret olsun diye Yunanistan'ı kendi uydusu yapıp Türkiye'yi ezmek kararındaydı.
Fransa ve
İtalya, onun müttefiki olarak bu karara katılıyor görünüyorlardı. Nitekim Sevres Antlaşması'nı birlikte yaptılar. Fakat anlaşılan kimse Sevres'i ciddiye almıyordu ki hiçbir devlet bu antlaşmayı onaylamadı. Sevres'i, garip bir şekilde, bile bile ölü doğurdular."
Kafanız mı karıştı? Olabilir. "Türkiye'nin Önünde Üç Model" adıyla 1997'de çıkan kitabının 42. sayfasında aynen böyle yazıyor Kemalist tarihçi Akşin.
Demek Sevr'i kimse, yani ne İngiltere, ne Fransa, ne de İtalya ciddiye almamış ve "garip bir şekilde bile bile ölü doğur"muşlar, öyle mi?
'Öyleyse şimdiye kadar okuduklarımız
masal mıydı?' diye sormayacak mıyız? Peki ya şu can sıkıcı gerçeklere ne diyeceksiniz?
1- Paris'e giden
Osmanlı barış heyeti başkanı Tevfik Paşa bu 'antlaşma (muahede) projesi'nin '
bağımsızlık' ve hatta 'devlet' kavramlarıyla bağdaşmasının mümkün olmadığını söylemiştir.
2- Sevr şartlarının Türkiye'ye bildirilmesinin üzerinden sadece 10 gün geçmiştir ki, Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi,
Sultanahmet meydanında düzenlenen mitingde kürsüye çıkıp ateşli bir konuşma yapmış ve projedeki şartların asla kabul edilemeyeceğini haykırmıştır.
3- Sonradan adı haine çıkartılacak olan Ali Kemal "Peyam-ı
Sabah"ta Sevr şartlarını lanetlemiş, Veliahd Abdülmecid, Sevr'in Türkiye'yi köleleştireceğini iddia ederek karşı çıkmış,
Sultan Vahdettin ise ondan "mecelle-i mesâib", yani 'musibetler belgesi' diye söz etmiştir.
Gördüğünüz gibi içeride de Sevr'den memnun olan yok, dışarıda da.
Öyleyse neden zorla imzalatıldı Sevr? Demek ki, Sevr'i Sevr'in içinde kalarak anlayamayız. Sevr'in dışında bir "Arşimed noktası" yakalamak zorundayız onu hakkıyla değerlendirebilmek için.
Şimdi gelelim Vahdettin'in Sevr'i imzalayıp imzalamadığı meselesine.
İsterseniz bu konuyu ben değil, yukarıdaki bilgileri aktardığım Kemalist tarihçi Sina Akşin açıklasın ("İç
Savaş ve Sevr'de Ölüm", T.
İş Bankası Yayınları, 2010, s. 220 vd.):
"Vahdettin imzalattığı Sevr Antlaşması'nı hiçbir zaman onaylamadı (...) İlginç olan başka bir şey, sonbaharda Vahdettin'in kendisi de feragat "silahını" kullanmaya başladı. (...) De Robeck bu olasılık karşısında hayli heyecanlandı, çünkü [eğer Vahdettin tahttan çekilirse] Abdülmecit'e bu antlaşmayı onaylatmak çok zor olacaktı. (...) Vahdettin San Remo'da dikte ettiği anılarında Sevr'i zorunluluktan ve zaman kazanmak amacıyla imzalattığını, ama onaylamaya hiç niyeti olmadığını söylemiştir."
Gerçi Akşin hoca Vahdettin'in onaylamayışını son tahlilde Milli Mücadele'nin başarısına bağlamak istemişse de (ki bunda haklılık payı var), Sevr'in neden bir 'antlaşma' değil de, bir 'proje' olduğunu açıklamaktan kaçınmamıştır (s. 219). Akşin haklı olarak uluslararası antlaşmaların onay süreci tamamlanmadan yürürlüğe girmediğini, dolayısıyla Sevr projesinin Osmanlı heyetince imzalanmış bile olsa 'antlaşma' kimliğini kazanabilmesi için meclis ve
padişahın onayından geçmesi gerektiğini yazıyor. Ne var ki, o sırada meclis kapalıydı ve üstelik padişah
İngilizlere ayak diriyordu.
Nitekim İngiltere Parlamentosu tutanaklarında yapılan bir araştırmada üyelerden birinin Sevr'i "insanlık kibrinin ve ahmaklığının anıtı" saydığını görüyoruz. Bir şeyi daha: Lozan görüşmelerini kabul etmek suretiyle Sevr'i "yırtan taraf" olarak İngiliz hükümetini
tebrik ettiğini görüyoruz. (M. Çufalı, "Lozan konferansı ve...", ATAM, Temmuz 2000, s. 564.) Biliyorsunuz, Sevr'i bizim yırttığımızı söyler dururuz. Öğreniyoruz ki, İngilizler de ondan şikayetçiymiş.
Atatürk, Sevr'e 'proje' (tasarı) diyor, uyanmıyorlar. Akşin 'kimse ciddiye almadı' diyor, fark etmiyorlar. Bizzat İngilizler 'Hangi ahmak yaptı bu antlaşmayı?' diyorlar, duymuyoruz. Şeyhülislamından padişahına kadar kimsenin kabul etmediğini yazıyorsunuz, yine tutturuyorlar: 'Sevr'de bizi parçalamak istediler'.
İnsanı söyletecekler: Sanki Lozan'da hareket noktası olarak Sevr'i almamışız, sanki Sevr'in bir çok maddesi Lozan'da güle oynaya kabul edilmemiş gibi...
Elbette Osmanlı Devleti'ni parçalamak istediler ama neden? Devletleri parçalama sadizmi mi kaplamıştı İngilizleri, yoksa bir gaye için miydi bu? "Yurtta sulh, cihanda sulh"un bu gayeyle bir ilgisi var mıydı?
İşgal altındaki Müslümanlarla bütün ilişkinizi keseceksiniz emrini veren Sevr'in 139. maddesinin 90 yıl sonra yırtılmaya başladığını söylemek neden cesaret ister?